15 Ocak 2017 Pazar

erkamtufan.com adresinden yazılarıma ulaşabilirsiniz


Yazılarıma artık 

http://www.erkamtufan.com  

erkamtufan.com 

adresinden ulaşabilirsiniz. 

İlginiz için teşekkür ederim

Erkam Tufan Aytav

1 Ocak 2017 Pazar

Katliamların ardındaki karanlık el

Gerçekten çok tuhaf değil mi?

Sebep sonuç ilişkisi içinde incelenmeye değer bulmuyor musunuz?

AKP, önce din ve milliyetçilik üzerinden bir kampanya başlatıyor,

Toplumu kışkırtıyor, 

Sokak hareketleri, eylemleri başlıyor,

Medya uzantıları derhal birilerini hedef gösteriyor,

Arkasından da menfur bir saldırı geliyor.

İşte en son yılbaşı gecesi bir gece kulübüne yapılan saldırı.

Teröristler gece kulübünü basıyorlar ve 39 kişiyi öldürüyorlar, 65 de yaralı var. (Yazıyı yazdığım saat itibarı ile maktül sayısı buydu, umarım artmaz)

Yılbaşını kutlamak için oraya gelenler acımasızca katledildiler.

Yılbaşı kutlamalarına karşı günler öncesinden başlatmışlardı kampanyayı.

Sokak eylemleri düzenlediler, afişler astılar, sosyal medya trolleri her zaman olduğu gibi devreye girdi.



Her yılbaşı öncesi marjinal bir kitle bunu yapardı. Ama çok sınırlı kalırdı. Akit denen gazetenin dışına taşmazdı bu söylemler.

Bu sefer büyük bir organize içinde bu yapıldı.

Toplumu tekrar gerdiler, yılbaşı kutlayanlar ve kutlamayanlar diye ikiye böldüler. Kutlayacakları tekfir ettiler, hedef gösterdiler.

Din ve milliyetçilik sosu ile, nefret söylemleri ile bu kampanyayı yürüttüler.

Sonuç ortada.

Yaşanan kelimenin tam anlamı ile katliam.

Rusya’nın Ankara Büyükelçisi’nin katledildiği olayda da yine aynı senaryo devreye girmişti.

Rusya’nın Suriye’deki siyaseti protesto etmek için AKP tabanını sokağa dökmüş, kampanyalar düzenlemişlerdi. Yine aynı troller ve medya tetikçileri devredeydi.

Ve Büyükelçi katledilmişti.

Güvenlik güçleri yine üç maymunu oynamış, yine suç telaş içinde Hizmet Hareketine atılmıştı.

Bir önceki saldırı Ankara’nın göbeğinde gerçekleşirken bu sefer ki de İstanbul’un göbeğinde gerçekleşti.

Bu cinayetlerin ardında bu kutuplaştırma kampanyalarını planlayanlar mı var yoksa bunu fırsat bilen karanlık güçler mi?

Üzerinden düşünmeye değer.








14 Aralık 2016 Çarşamba

Olacağı buydu!

Aslında Türkiye’de yaşananlar tam anlamı ile bir devrim.

Laikçi Kemalistler tarafından ezilmişlerin, aşağılanmışların, devrimi bu.

Bir dönem onları ezenlere karşı intikam duyguları ile hareket edenlerin devrimi.

İntikam ve rövanş duyguları ana saik olunca da ne hak tanıyorlar ne de hukuk.

Geçmişte hayal bile edemedikleri iktidara, paraya ve güce kavuştular.

Başları döndü ve sarhoş oldular.

Dizginlerinden boşanmış gibiler.

Kim ‘yanlış yapıyorsunuz’ derse kesip biçiyorlar.

Çünkü iktidarlarını, menfaatlarını kaybetmek istemiyorlar.

Hani birisini padişah yapmışlar önce babasını asmış ya! Aynen öyle işte.

Ezilmiş, horlanmış, ötekileştirilmiş, aşağılanmış bir halkın, böyle bir toplumsal bir sınıfın birikmiş öfkeleri ile yapacağı devrimden ne olur?

İşte böyle bir şey olur.

Çapulcu bir zihniyet çıkar karşımıza.

Rüşvet onlara göre kar paylaşımıdır.

Muhaliflerin malları ganimettir.

Adaletsizlik adaletin ta kendisidir.

Çünkü bugüne kadar haksızlığa uğrayanlar kendileridir. ‘Haklarını geri almaya gasp, hırsızlık, adaletsizlik denmez’.

Esas olan rövanşı almaktır.

Geçmişte horlanmalarına mukabil muhaliflerini sürekli aşağılamaya çalışırlar. Ezilmişlikleri ve kompleksleri ruhlarına işlemiştir çünkü. Bu ruh haletini bir türlü üzerlerinden atamazlar.

Üstelik bütün bu yaptıklarına İslami bir kavram da bulurlar. Cihat!

Fetvacıları da hazırdır. Hazırdır çünkü fetvacıları da aynı sosyal sınıftan gelmiştir. Onlar da bugüne kadar kendilerini ezenlere karşı öfke doludur.

Bir taraftan cihat yaptıklarını düşünürler, diğer taraftan da keselerini doldurmaya bakarlar. Her iki çaba da birbirine ‘gayet uyumludur’.

Bu toplumsal sınıfın önde gelenleri için ‘Allah için kurban, küp için kavurma’ gibi bir durumdur bu. Küpleri sürekli dolar ama ‘Allah için’ kurban meselesi biraz karışıktır.

Yıllarca birikmiş bir öfkenin patlamasını yaşıyorlar.

Reisleri işte bu öfke patlamasını sömürerek bugünlere geldi zaten.

Sıkıştı mı geçmiş defterleri açar, tabanının yaşamış olduğu acıları hatırlatır ve tekrar kanatır. Bu ona siyaset için yeter ve artar.

Bu ezilmiş taban ilk kez adam yerine konduklarını düşünmektedir. Reisleri bu psikolojiyi iyi bildiği için Saray'ına özellikle muhtarları sık sık kabul eder. Bunun sembolik bir önemi vardır. Bir başka sembol de başörtüdür. Daha önce giremedikleri Çankaya'da ve Saray'da başörtülüler vardır artık. 

Bu sebeple ezilmiş kitlenin gözü ne hırsızlık görür ne de yolsuzluk. Reis onları karanlık geçmişlerinden kurtarmıştır. Tarihi bir fırsat ellerine geçmiştir. 

Komşularının tutuklanmaları, mallarına el konmaları, işkenceden geçirilmeleri bile onları pek ırgalamaz. 

Çığlıklar atarak yağmaya koşan, elinde kılıçla önüne geleni kesen selefi zihniyet ile karşı karşıyayız.

İşte bu zihniyet devletin bütün kademelerini işgal etmiş durumda. Yasama, yürütme ve yargı, TSK, Emniyet vb. tamamen bu zihniyet tarafından rehin alınmış. 

Bediüzzaman Said Nursi’nin ‘müspet hareket’ konusuna neden bu kadar önem verdiğini şimdi daha iyi anlıyoruz değil mi?

Halbuki Said Nursi de bahsettiğimiz ezilmiş sosyal sınıfa aitti. Üstelik iki kere ezilmişti. Hem dini kimliğinden, hem de Kürt oluşundan.

Ama sürekli talebelerine müspet hareketi tavsiye etmiş, onların intikam ve şiddet duygularını köreltmeye çalışmıştı.  

Ona göre geleceğin Türkiyesi intikam üzerine değil, karşılıklı saygı, diyalog ve birlikte yaşama düşüncesi ile kurulacaktı. 

İşte iktidardaki rövanşist zihniyet ile Hizmet Hareketi arasında en temel fark budur.

Peki, bu zihniyetin hak, hukuk tanımaz bu noktaya gelebileceğini baştan tahmin edemez miydik?

Ona göre hareket edip bu siyasi partiyi destekleme konusunda daha hassas olmaz mıydık?

Elbette olabilirdik. 

Ezilmişlik kompleksini atabileceklerine, değişebileceklerine ve demokratik söylemlerine inandık. 

Bu destek ve yakınlaşma sürecinde Avrupa Birliği'ne girme, yeni Anayasa, diyalog, hoşgörü, birlikte yaşama kavramları ile bu zihniyeti etkilemeye çalıştık.

Sonuç belli. Bir netice alamadığımız ortada.

Biz onları etkileyemedik, dönüştüremedik. Peki şimdi size bir soru sorayım. 

Hizmet Hareketine gönül vermiş bireyler olarak bu yakınlaşma sonucunda biz onlardan negatif olarak etkilendik mi?

Yani bu süreçte müspet hareket fikrinden ve söylemlerinden taviz verdik mi?

Muhtemel. En azından bazılarımız açısından.

Bu etkilenmenin bazılarımızın üslubumuza nasıl yansıdığını düşünerek ve özeleştiriye davet ederek yazımı burada bitireyim.