29 Ocak 2016 Cuma

Demirel’den fıkra; Ananı öpen kadı ise.. agnadın mı?

Rahmetli Süleyman Demirel'e ülkenin durumu hakkında ne düşündüğü sorulmuş....

Demirel de soruyu yönelten kişiye;

- "Bak sana bunu bir fıkrayla anlatayım da neşe olsun" demiş.


Demirel'in anlattığı fıkra şu:

Osmanlı döneminde yolsuzlukları ile ünlü Karakuşi adında bir kadı varmış. Bir gün Karakuşi Kadı, bir fırının önünden geçerken burnuna güzel bir koku gelmiş. Vitrinde güveç içinde nar gibi kızarmış sahibini bekleyen nefis bir ördek var....

Karakuşi Kadı, fırıncıya:

- 'Ben bunu aldım' demiş. Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş. Az sonra ördeğin asil sahibi gelmiş:

- 'Hani bizim ördek?' Fırıncı boynunu büküp:

- 'Uçtu' deyince iş kavgaya dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarınca korkup kaçmaya başlamış... Gayrimüslim de peşinde kovalıyor...

Bir duvardan atlarken, bilmeden duvarın öteki tarafındaki hamile bir kadının üstüne düşmüş. Kadın, çocuğunu düşürdüğü için, kadının kocası da fırıncının peşine düşmüş. Can havliyle kaçan fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış... 

Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler hepsini yakalayarak Karakuşi Kadı'nın karşısına çıkarmışlar. Kadı sırayla sormuş...

Ördeğin sahibi,

- 'Bu adam ördeğimi hiç etti' diye şikâyet etmiş.


Karakuşi Kadı, fırıncıya sormuş:

- 'Ne yaptın bu adamın ördeğini?'


Fırıncı

- 'Uçtu' demiş.


Kadı, kara kaplı defterini açmış:

- 'Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar 'Uçar' anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil' diyerek, fırıncının ördek işinden beraatına karar vermiş. Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşa sormuş. 

Onun şikayetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş:

- 'Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o Müslim’in tek gözü çıkarıla...

Davacı:

- 'Benim tek gözüm çıktı. Şimdi ne olacak?' diye sorunca Karakuşi Kadı


- 'Şimdi' demiş, 'Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız. Tabii gayrimüslim şikâyetinden hemen vazgeçmiş, fırıncı bu davadan da beraat etmiş.

Çocuğunu düşüren kadının kocasına da Karakuşi Kadı:

- 'Tamam' demiş, 'Karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak.' Böyle olunca adam da şikâyetini anında geri almış, fırıncı bu davadan da kurtulmuş. Kadı dönmüş Yahudi'ye: Senin şikâyetin nedir bre?' Yahudi bir süre düşündükten sonra ellerini açmış,

- 'Ne diyeyim kadı efendi' demiş, 'Adaletinle bin yaşa Sen, e mi!'

Demirel bu fıkrayı anlattıktan sonra kendisini dinleyen topluluğa dönerek şunu söylemiş, yani kıssadan hisse:

- Ananı "öpen" kadı ise, kimi kime şikayet edeceksin?.. Bugün ülkedeki durum bu! Agnadın mı?

İşte böyle demiş Rahmetli Demirel.


Peki, siz agnadınız mı?

Erkam Tufan Aytav


28 Ocak 2016 Perşembe

Bir felaket senaryosu

Ülkenin Güney doğusunda resmen savaş var. Kan gövdeyi götürüyor. İnsanlar akın akın bölgeyi terk ediyor,

Vatandaşın alın teri ile kurduğu şirketlere el konuluyor,

Bir tivit üzerinden insanlar hapislere atılıyor,

Haber yaptığı için gazeteciler tutuklanıyor ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yargılanıyor,

Yargıçlar kararları için tutuklanıyor,

Cumhurbaşkanı gibi düşünmeyen herkes hain ve alçak suçlamasına muhatap oluyor,

Ve derhal linç ediliyor.

Bundan daha büyük felaket senaryosu olur mu demeyin.

Evet olur.

Bu sürecin böyle gitmeyeceği muhakkak.

Bu ülke bu kadar hukuksuzluk ve zulüm ile uzun süre idare edilemez.

Toplum bir süre sonra patlar.

Ve çöküş çok ani ve birden bire olur.

Korkarım asıl felaket senaryosu bu süreç bittiğinde başlayacak.

Hakaretler, aşağılamalar, linçler, hapisler, yandaşları kayırmalar üzerinden toplumun %51’lik kesiminde çok büyük bir öfke ve kin birikti.

Başta Saray olmak üzere Ak Parti nefret odağı haline geldi.

En ufak bir tökezleme hali ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak ani çöküş, toplumda dizgininden boşalma durumunu, önü alınamayacak bir kaosu tetikleyebilir.

Sokak çatışmaları çıkabilir, linçler yaşanabilir, ülke kan gölüne dönebilir.

Bu kaos ortamından da bir takım karanlık güçler istifade edebilir.

İşte asıl felaket senaryosu budur.

Ve ben bundan ciddi endişe ediyorum.

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bir süreden beri söylemlerine baktığımda aynı endişeyi paylaştığını görüyorum. 

Sürekli süreç sonrasına vurgu yapıyor. Ve diyor ki;

“Bizim mesleğimizde düşene vurulmaz, vahşilere dahi insanca davranacaksınız. Zulmedenler bir gün mutlaka çer-çöp gibi savrulacaklar. Hiç tereddüdünüz olmasın. Onlar bir gün gelip de hazana maruz birer yaprak gibi savrulacaklar ama siz o yapraklar karşısında da şefkatinizi sergileyecek ve onlara basmayacaksınız. İnsanca davranacaksınız.”

Hocaefendi, bu konuyu tekrar tekrar gündeme getirerek muhtemel bir felaket senaryosuna karşı ön almak için adeta çırpınıyor.

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin fikirlerini kendilerine rehber edinen insanlar elbette bu nasihati dikkate alacaklardır.

Ne var ki yaşanan zulmün tek muhatabı Hizmet Hareketine gönül verenler değil.

Ve ayrıca bu nasihati dikkate almayacak toplumda milyonlar var.

Zulüm topluma yayıldığı gibi öfke ve kin de toplumun pek çok kesimine yayılmış durumda.

Umarım böyle bir felaket senaryosu olmadan ülke olarak bu badireyi atlatırız.

Erkam Tufan Aytav





26 Ocak 2016 Salı

Sayın Davutoğlu'na şunu sormak isterdim

Bir fırsatım olsaydı Başbakan Sayın Davutoğlu’na Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üslubunu nasıl buluyorsunuz diye sorardım.

Sayın Davutoğlu da her halde farkındadır. Cumhurbaşkanının en hafif hakareti alçak ve hainden başlıyor, sülük, haşhaşi vb gidiyor. Hakarette dur durak bilmiyor.

Kendileri istediği hakareti yapabilir. Ama bir vatandaş kendisine böyle bir şey dese hapsi boylar. Böyle bir garabet de söz konusu. 

Neyse bu ayrı mesele.

Sayın Davutoğlu, Allah var bugüne kadar ağzını bozduğunu görmedim. Üslubuna dikkat ediyor. Terbiye ve nezaket sınırlarını aşmıyor.

Kendince haklı olarak Sayın Kılıçdaroğlu’na üslup konusunda itiraz ediyor. Bu bağlamda da son grup konuşmasında bakın şunları söylüyor;

“Son bir hafta içinde Sayın Kılıçdaroğlu Ana muhalefet Partisi liderine yakışmayacak bir tutum içine girdi. Sayın Cumhurbaşkanı’na karşı kullandığı üslup, takındığı tavır kabul edilemez. Sizin milletin tercihine saygınız yok mu?”

Demokratik bir hukuk devletinde kesinlikle itiraz edilemeyecek cümleler bunlar.

Ama Türkiye Demokratik Hukuk devleti değil ki!

Olsaydı Cumhurun Reisi kendisine muhalif gördüğü herkese parti lideri, vatandaş demeden bu kadar kolay hakaret edebilir miydi?

Yazımın başında dediğim gibi bir fırsatım olsaydı da Sayın Davutoğlu’na Cumhurbaşkanı’nın üslubunu sorsaydım.

Gerçekten merak ediyorum ne derdi?

Ama bu soruyu sorma şansım yok. Program yaptığım kanala el kondu, konmasaydı da programıma gelmezdi.

Peki, gazetecilik açısından cazip bu soruyu akredite gazeteciler sorabilir mi?

Soramazlar. Sorabilseler herhalde sorarlardı bugüne kadar.

Sorulamadığına göre bizim gibilere de yorum yapmak düşüyor.

Sayın Davutoğlu’nun bu konuda topa girmemesini nasıl anlamalıyız o zaman?

Cumhurbaşkanı’nın hakaretlerini onaylıyor anlamına gelir mi?

Yoksa onaylamıyor ama itiraz etmeye de cesaret edemiyor denilebilir mi?

Yâda koskoca Cumhurbaşkanına böyle bir hatırlatma yapmak bana yakışmaz mı diyordur?

Ben onayladığını sanmıyorum. 

Yâda kızım sana söylüyorum gelinim sen anla demeye getiriyordur.

Sayın Başbakan'a bu soru sorulabildiğinde ve gerçek cevap alınabildiğinde demokratik hukuk devleti olma yolunda bir basamak çıkmış sayılabiliriz.



Erkam Tufan Aytav