5 Aralık 2016 Pazartesi

Bediüzzaman’ın talebelerine olan bakış açım

Cadı avı sürecinde yaşananlardan sonra Üstadın talebelerine bakış açım nasıl olmalı?

Bu yazıyı yazıp yazmama konusunda inanın çok düşündüm.

Çünkü kaş yapayım derken göz çıkarmaktan çok ciddi endişe ettim.

Ama yine de yazmaya karar verdim.

Bediüzzaman’ı  asrın müceddidi görenlerdenim.

Etrafındaki talebelerini ve hizmetinde bulunanları da aynı Cemil Meriç gibi hep ‘havariler ormanı’ olarak gördüm.

Bediüzzaman’a bırakın sahip çıkmayı ona talebe olmayı, uzaktan selam verenlerin bile hapse atıldığı, sürgün edildiği, eziyet edildiği bir dönemde onlar Üstad’ın yanında yer aldılar.

Bu, ateşken koru tutmak gibi bir şeydi o günler için.

Yürek isterdi, güçlü iman isterdi.

Üstad’ın talebelerinden Binbaşı Asım Abi’nin cenazesinin kılınabilmesi için eşinin kapı kapı ‘adam’ araması örneği bile o günlerin çilesini anlatmaya yeterlidir sanırım.

Ben Üstadı ve risaleleri Hizmet Hareketi sayesinde tanıtım.

İmanımın kurtulmasında Risalelere, dolayısı ile o Risaleleri günümüze taşıyan Üstad’ın Talebelerine ve Fethullah Gülen Hocaefendiye/Hizmet’e çok şey borçluyum.

Üstad’ın Talebelerine bakış açımda Fethullah Gülen Hocaefendi’nin büyük rolü olduğunu da belirtmek isterim.

Hocaefendi’den bugüne kadar Üstad’ın Talebeleri hakkında hep hürmet ve saygı ifade eden cümleler duydum. Onları hep aziz tutuğunu gördüm ve işittim.

Bu anlatımların tesiri ile de onları hep ‘yeryüzüne inmiş insan görünümlü melekler’ olarak düşündüm.

Yıllar önceydi.  Yanlış hatırlamıyorsam 1990 yılıydı. Anadolu’nun bir şehrine Rahmetli Bekir Berk abiyi, Rahmetli Birinci Abiyi ve Mehmet Fırıncı Abiyi sohbet için davet etme cüretini göstermiştim. Cüret diyorum çünkü ben kimdim ki onları davet edecektim?

Nezaket gösterip gelmişlerdi. Bu Üstad’ın talebeleri ile ilk karşılaşmamdı. İnanın elim, ayağım birbirine dolaşmıştı. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilememiş, ellerine kapanmıştım. Tahmin edeceğiniz üzere tevazularından ellerini öptürmemişlerdi.

Rahmetli Bekir Berk Abi, sohbette ne anlatayım diye sormuştu da ben de ‘bize Üstad’tan bahseder misiniz’ demiştim. O da oturduğu yerden heyecanla kalkmış haddimin fevkinde ‘sen Üstadın Veysel Karani’sisin diyerek sarılmış iltifatta bulunmuştu. Elbette bu iltifatı benim gibi biri için teşvik amaçlıydı.

Ama dünyalar benim olmuştu.

Yıllar sonra TVNET’te ve BugünTV de yaptığım programlara Mehmet Fırıncı abiyi davet etmiştim. Zahmet edip gelmişti. Benim için tarihi programlardı. Bırakın yayında karşılıklı konuşmak, aynı karede olmak bile benim için şerefti.

Derken bugünlere geldik.

Fethullah Gülen Hocaefendi ve Hizmet Hareketine karşı cadı avı başladı. Eğitim müesseselerine el koymalar, burs verdi diye, yurt yaptırdı diye kadın, yaşlı demeden hapislere atmalar, mallara el koymalar, hakaretler, işkenceler, linç girişimleri, hapishanelerde infazlar...

Gönül isterdi ki Üstad’ın Talebeleri bu cadı avına karşı dursunlar. ‘Hayır Hizmet Hareketine gönül verenlere terörist diyemezsiniz, bu zulmü yapamazsınız’ desinler.

Ama olmadı, demediler.

Bırakın itiraz etmeyi içlerinden bazıları Hizmet’e gönül verenler ve Hocaefendi hakkında ağır sözler söylediler. Hocaefendi’nin Amerikan’ın emrinde olduğunu ifade edenler bile oldu.

Yakılan ateşi söndürmek yerine kürek kürek odun taşıdılar.

Yayın hayatı boyunca hep ‘menfi söylem’ üzere nam yapmış Akit gazetesine röportajlar verdiler. Bu gazetenin köşelerinde Nur camiasından isimler yazılar yazmaya başladı. Kendilerini Akit gazetesine pek bir yakın hissettiler. Ve bu yakınlıktan pek bir mutlu oldular.

Havuz medyasında Hocaefendi ve Hizmet Hareketi hakkında ağır iftiraların atıldığı programlarda boy gösterdiler.

Hele bu süreçte -Allah gani gani rahmet eylesin- Cemal Uşak’a yaptıkları vefasızlık var ki onu hiç hazmedemiyorum.

Yeri gelmişken bahsetmez isterim.

Cemal Uşak, Nur camiasının önde gelenlerindendi. Mehmet Fırıncı Abi’nin de yakın akrabasıydı. Cemal bey ile (müsaadeniz yazımın bu kısmından itibaren Cemal abi diye yazacağım) yıllarca omuz omuza Nur Hizmetinde bulunmuşlardı. Cemal abi Nur Camiası’nın önde gelenlerindendi.

Cemal abi, Üstadın talebelerinin ‘izni ile’ 1995 yılında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nda göreve başlamış, tam 20 yıl bu vakıfta hizmet etmişti.

Gün geldi, cadı avı başladı. Cemal abi o ağır kanserli hali ile bir sabah erkenden ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Yoksa tutuklanacaktı. Hakkında yakalama kararı vardı.

O gün Zaman gazetesindeki arkadaşları aramış Nur Camiasının önde gelenlerinin telefonları vermiş tek tek arayıp görüş alsanız iyi olur diye rica etmiştim. Sağ olsunlar onlar da aramışlardı.

Ama tahmin edebileceğiniz gibi bir teki bile ağzını açıp ‘olur mu böyle şey, Cemal Uşak nasıl terörist olabilir, bu yapılan haksızlıktır’ diyememişti.

Kahrolmuştum. Cemal abi gibi melek gibi bir insana böyle bir vefasızlık nasıl yaparlardı? Hatta samimiyetimin olduğu bir isme telefon açıp ‘yazıklar olsun bu mu sizin vefanız? Bu mu sizin dostluğunuz? Ben ki Cemal abiyi 20 yıldan beri tanıyorum ve feryat ediyorum bu haksızlığa. Siz ki 40 yıldan beri tanıyorsunuz, hiç mi vicdanınız sızlamadı, sokakta bir kediye bile eziyet edilse susamayız, siz Cemal abi için sesinizi çıkarmıyorsunuz’ diye sitem etmiştim.

Bu telefon konuşmamı aylar sonra Cemal abiyi yurt dışında sürgünde iken ziyaretine gittiğimde anlatmıştım. Ağır kanser hastasıydı ve son günlerini yaşıyordu, bir deri bir kemik kalmıştı. Kederli ve mahzun bakışlarla dinlemiş ve ‘Erkamcığım inan bana hiç şaşırmadım’ demişti. Eski dostlarına karşı kalbi buruk ve kırık bu dünyadan göçtü, gitti.

Yazımın git gide sertleştiğinin farkındayım. Duygularıma hakim olmam ve Üstad’ın hatırına burada firene basmam lazım.

Yazımın başlığına ‘Üstad’ın talebelerine bakış açım’ demiştim.

Bir taraftan Üstad’ın havariler ormanından bir ağaç olma bahtiyarlığı ve kahramanlığı, bir taraftan da son dönemde yaptıkları bunca vefasızlıklar, iftiralar, hakaretler ve ateşe odun taşıma telaş ve gayretleri.

Birbirine o kadar zıt ki.

Peki, bütün bu yaşanmışlıklardan  sonra onlara olan bakış açımı, onlara olan duygularımı nasıl ayarlamam gerekirdi?

İnanın bunu çok düşündüm. Zannediyorum benim gibi pek çok kişi de aynı konuyu düşünüyordur.

Geldiğim nokta şu,

Hayat denen filim şeridinde takdir edilecek ve çok saygı duyulacak kareler olduğu gibi utanılacak kareler de olabiliyor. Üstadın havarileri olmuş olmalarından dolayı ‘o karelerine’ hep saygı duyacağım, hep takdir ve minnet ile yad edeceğim. Ama cadı avı dönemindeki karelerine asla.

Temennim, dileğim ve duam hesabın mahşere, Mahkeme-i Kübra’ya kalmaması, kul hakkı ile öbür dünyaya gidilmemesi ve helalleşmenin dünyada olması.

Ve peşinden gittikleri Reisleri ile ve cadı avında aynı düzlemde bulundukları Perinçek ile beraber haşrolmamaları.