7 Ekim 2010 Perşembe

Sevgili Hakan Albayrak'a açık mektup

Yani sevgili Hakan kardeşim Fethulah Gülen hocaefendi bu konuyu Mavi Marmara bağlamından bağımsız olarak söyledi.
Yeni Şafaktaki köşende Fethullah Gülen Hocaefendi ile ilgili bir ithamda bulunmuşsun.

Demişsin ki;

Geçenlerde evinizde ağırlayıp sohbet ettiğiniz gazeteci arkadaşlarımız "Fethullah Gülen bize Mavi Marmara'dakilerin 'Şehit olmaya gidiyoruz' diye yola çıktıklarını, bile bile ölüme gittiklerini, onların şehit sayılamayacağını söyledi" deyince kanımız beynimize sıçradı!

İşin aslını şimdi benden dinle;

Bahsi geçen sohbette ben de vardım. Ferhat Boratav, Cüneyt Özdemir, Bejan Matur ve Serdar Turgut ile birlikte Sayın Gülen’e ziyarete gittik.

Baştan şunu da söyleyelim kendileri olağan üstü ısrarımız üzerine bizleri kabul etti.

Yaklaşık 1 saatlik bir kahvaltı ortamında muhtelif konular konuşuldu. Türkiye’yi özlemden, terörizme, ABD’deki günlük yaşantısından sağlık sorunlarına, oradan Mavi Marmara olayına kadar pek çok şey sorduk.

Mavi Marmara olayı Serdar Turgut’un sorusu üzerine gündeme geldi. Fethullah Gülen’in bu konudaki çıkışının isabetini dile getirdi. Sayın Gülen’de inandığımı söyledim deyip konuyu orada bitirdi, daha fazla uzatmadı. Arkasından Serdar Turgut İHH’nın ABD kongresinde terörist örgüt olarak kabul edilmesinin söz konusu olduğunu ve bu konuda ne düşündüğünü sordu. Sayın Gülen de çok kısa olarak ‘maalesef öyleymiş ben de duydum’ diyerek üzüntülerini ifade etti.

Daha sonra sohbet bizlerin soruları üzerine başka konulara doğru aktı. Terör konusuna girildi. Sayın Gülen bir ABD’li akademisyenin kendisine terörizm konusunda dininiz de buna zemin hazırlıyor şeklinde ifadede bulunduğunu buna karşı kendisinin cevaben; terörizme İslam’ın cevaz vermediğini, bir insanın bu şekilde bilerek ölüme gitmesinin bırakın cenneti doğrudan cehenneme götüreceğini söylediğini ifade etti. Tabii bu cümleyi aklımda kaldığı kadarı ile mealen aktarıyorum.

Yani sevgili Hakan kardeşim

Fethulah Gülen hocaefendi bu konuyu Mavi Marmara bağlamından bağımsız olarak söyledi.

Kaldı ki sende yazında belirtmişsin;

3 Haziran günü Mavi Marmara şehitleri için yayınladığı taziye mesajında "Filistin'de yaşanan bu drama son verebilmek beklentisiyle yola çıkan, uğradıkları müessif saldırıda hayatlarını kaybederek ŞEHİT olan insanlarımıza Allah'tan rahmet diler, başta aileleri olmak üzere, milletimize ve bütün insanlığa taziyelerimi bildiririm’ demişti.

Bu şekilde taziyesini bildiren bir zat Mavi Marmara’da hayatını kaybedenler hakkında iddia ettiğin şeyleri söylemesi mümkün mü?

Yazının sonunda

HİZMET'e hürmet ve muhabbetimiz elbette baki; fakat Ümmet-i Muhammed'in ve bütün insanlığın kanayan vicdanını temsil eden Mavi Marmara aleyhindeki anlaşılmaz tutumunuzdan ötürü teessüflerimizi bildiririz, vesselam.

Sevgili Hakan işin aslı budur, yanlış bilgiden yanlış yorumlara varmışsın vesselam…

Cemil İpekçi defilesinin perda arkası

Bizim ülkede krizler bitmez. Daha doğrusu biri biter diğeri başlar. Ne dinamik toplumuz yahu. Kasım ayında yapılacak medya çalıştayının hazırlıkları için Ali Bulaç ile Mardin’deyiz.
25 Eylül'de yapılacak 'Bir Doğu Masalı Dört Mevsim' defilesi yüzünden şehirde küçük çapta da olsa gerilim var.

Bu defileyi ilginç yapan Cemil İpekçi’nin işin içinde olması ve defilenin Kasimiye Medresesinde yapılacak olması. (Bilmeyenler için kısaca bilgi vereyim; Kasimiye Medresesi Artuklular zamanında yapımına başlanmış, Akkoyunlular döneminde tamamlanmış, eğitim ve bilim merkezi olarak kullanılmış, içinde derslikler, öğrenci yatakhaneleri, laboratuvar, mescit ve eyvandan oluşan bir külliye.)

Tabii bu ilginçlik bazıları için rahatsız edici bir durum.

Yaklaşık 50 sivil toplum örgütü bu defileye şiddetle karşı çıkıyorlar. Gerekçeleri de Kasimiye Medresesinin kutsal bir mekân olması. ‘Dinimiz rencide ediliyor, kutsal mekâna tecavüz ediliyor’ diyorlar.

Aslında defilenin baş aktörü Mardin valisi Sayın Hasan Duruer. Rahmetli Recep Yazıcıoğlu’nu hatırlatan, sıra dışı bir vali Sayın Duruer. Şehrin ihyasında büyük emekleri var. Oldukça atak ve çalışkan. Yaşam tarzı olarak ta muhafazakâr bir kimliğe sahip namazında niyazında bir vali.

Mardin’i sadece bölgesinde değil bütün dünyada marka şehir haline getirmek için gece gündüz çalışıyor. Mardin’in Bilge köyü katliamı ile hatırlanmasını istemiyor.

Dedim ya sıra dışı işte.

İşte bu sıra dışılıkla Geleneksel Kıyafet Tasarım ve Üretim Projesi geliştiriyor ve bu projeyi Cemil İpekçi ile birlikte gerçekleştiriyor.

2008'den beri Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), hükümetin Sosyal Destek Programı (SODES) ve DPT’in desteği ile projeyi yürütüyor.

İşte bu proje kapsamında Cemil İpekçi’nin rehberliğinde kursiyerler tarafından üretilen kıyafetler Kasimiye Medresesinde sergilenecek. Dünyanın dört bir yanından katılımlar olacak.

Elbette bazı sivil toplum örgütleri dini hassasiyetleri ile bu defileye karşı çıkabilirler, demokratik haklarıdır. Onlar da bu demokratik haklarını kullanıyorlar.

Tarihi medrese 2000 yılına kadar mezbelelik ve sarhoşların uğrak yeriymiş. İçinden altı kamyon çöp çıkarılmış.

Ama işin ilginç kısmı bu sivil toplum örgütlerinin o zaman bu duruma ses çıkarmamış olmaları. ‘Dinimiz rencide ediliyor, kutsal mekâna tecavüz ediliyor’ dememiş olmaları. Mekanın kutsallığını yeni fark etmiş olmalılar.

İşin enteresan bir başka tarafı da medresenin bir odasını halı serdirerek mescide çevirenin ve imam ataması yaptıranın da vali bey olması.

Vali bey kendisini defilede içkili resepsiyon verilmeyecek ve dekolte kıyafetler sergilenmeyecek, Mardin’e özgü yerel kıyafetler sergilenecek diye savunuyor.

Ama tartışma bir türlü bitmiyor, şehirde gerilim devam ediyor.

Diyarbakır'dan çarpıcı notlar

Geçenlerde Diyarbakır Girişimci iş adamları Derneği’nin (DİGİAD) daveti üzere Sabah gazetesinden Emre Aköz, Akşam gazetesinden Nagehan Alçı, Star gazetesinden Elif Çakır, Mehmet Metiner, Akademisyen Bilal Sambur ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil ile birlikte Diyarbakır’a gittik.
Bir gece, iki gündüzlük Diyarbakır ziyaretim esnasında şehirde gezme fırsatı buldum. Pek çok Diyarbakırlı ile de görüşme fırsatım oldu. Tuttuğum notları sizlerle paylaşayım

PKK için Osman Baydemir’in ölüsü dirisinden daha değerli.

Bu lafı duyar duymaz irkildim. Ölüm’ün bu kadar kolay söylenmesi karşısında şaşkınlığıma düştüğüm. Garip bir ses tonu ile ‘neden öyle olsun ki’ diye sorabildim karışımdaki Diyarbakırlıya;

Aldığım cevaba göre Baydemir ile örgüt arasında problem varmış, örgüt kendisinden pek memnun değilmiş. Yani dirisinden memnun değillermiş, ölüsü daha işlerine yarar, vesile ile ortalığı birbirine katarlar, her yıldönümünde ise anacakları, olay çıkaracakları bir vesile de olmuş olurmuş.

Nasıl çok ilginç bir yorum değil mi?

İmamın şahadeti

Diyarbakır’a gidince bölge hakkında da merak ettiğim soruları vatandaşlara sorma fırsatım oldu. 25 Ağustosta PKK Hakkari’de bir cami imamını vurmuştu. Hem de Ramazan ayında, hem de sabah namazına giderken, hem de arkadan, yani kalleşçe. Arkadan 6 el ateş ettikleri yetmediği gibi imam yere düşünce başına da iki el ateş etmişler.

Neyin nesiydi bu? Evet, PKK Marksist bir örgüt, İslam dini ile de problemleri var. Bu bilinen bir gerçek. Ama böyle bir eylem yapmak akıl alacak gibi değil. Kürtler dindar insanlardır. Halkın tepkisini çekecek böyle bir eylemi PKK yapmaz diye düşünürken Hakkâri Valisi Türker bu cinayeti PKK’nın işlediğini ifade etti, örgütte inkâr etmedi zaten.

Öğrendiğime göre Aziz Tan adındaki imam 49 yaşındaymış. Örgüt’ün fikirlerini paylaşmadığı gibi terörist devşirdikleri bataklıkları kurutucu çalışmalar da yapıyormuş. Yani gençlerin elinden tutup okutuyormuş. Onlara burslar buluyormuş, böylelikle binlerce gencin elinden tutmuş. Kısacası gençlere dağın dışında alternatif yol gösteriyormuş. PKK önce evini tekmelemiş, taciz etmiş, arkasından internetten hedeflerinde olduğunu ilan etmişler. Sonuçta da katletmişler. Cenazesine beş binden fazla insan katılmış. 3 gün süren taziye çadırına binlerce insan gelmiş.

Maalesef bu haber ulusal medyamızda pek fazla yer almadı.

Ramazan ayında sabah namazı için abdest almış camiye giden imamı arkadan vurmanın PKK’ya yakıştığını burada belirtmek isterim.

Mahalli sanatçı Ali Aktaş hikâyesi

Diyarbakır’a gittiğimiz akşam Diyarbakırlı dostlar akşam Gazi çay bahçesine götürdüler. Ali Aktaş ile orada tanıştım. Ali Aktaş Diyarbakır’a çok sevilen, çok sempatik bir mahalli ses sanatçısı.

Bir hikâyesi var sormayın gitsin, güler misiniz, ağlar mısınız. Ben anlatayım da artık ona siz karar verin.

Yıl 1993, yer Bingöl. 33 erin şehit edildiği olayı hatırlayın. Hani silahsız ve korumasız bir şekilde Mehmetçik Malatya’dan Bingöl’e gitmek üzere iki sivil otobüs ile yola çıkarılmıştı. Yanlarında kendilerine refakat edecek tek bir askeri personel dahi yoktu. Kurbanlık kuzular gibi teröristin eline teslim edilmişti. Daha sonra olay yerinde savunmasız 33 erin naaşları ve 1570 adet mermi kovanı bulunmuştu. Yani Mehmetçik başına 50 mermi.

İşte o gece bizim sempatik ses sanatçısı Ali Aktaş’ın bindiği otobüsün de önü kesilmiş. Yolcuları PKK kaçırmış daha kaldırmış. Buna sormuşlar sen necisin diye o da ses sanatçısıyım demiş. Sen misin ses sanatçısıyım diyen silahı dayayıp sabaha kadar kampta Kürtçe şarkılar söyletmişler.

Sabaha karşı bizimkini salmışlar. İlk rastladığı askeri birliğe canını atmış. Askerler bu sefer sormuşlar ne iş yaparsın diye. O da ses sanatçısıyım demiş. Dağdan Kürtçe şarkı sesleri geliyordu, sen miydin o şarkıları okuyan değince o da ‘evet’ demiş. Bu sefer askerler de ona sabaha kadar marş söyletmişler.


Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi çalışıyor.

Sokakların tertemiz ve bakımlı olması çok dikkatimi çekti. Yerlerde tek çöp göremezsin. Tarihi surların dibine yapılmış evlerin istimlak edilerek temizlendiğini ve surların daha bir görünür hale getirildiğini görmek beni sevindirdi. Parklar, sokaklar her yer düzenli ve bakımlı. Belediye ‘başka işlerin’ dışında belediyeciliği de hakkı ile yapıyor yani.

Diyarbakır’ın öteki yüzü; havuzlu villalar

Şehrin %30 kadarı çok ciddi fakirlik içerisinde yaşıyor. Pek çoğu köyünden terör sebebi ile kaçıp gelenler. Köyde tarla bahçe ile geçimini sağlayanlar şehirde tutunma mücadelesi veriyorlar. Bu yönü ile yaşanan büyük bir trajedi var ama o trajediyi bir başka yazımda dile getirmek istiyorum.

Bütün buna mukabil sanki böyle bir trajedi yokmuş gibi şehrin yeni kurulan yerlerinde İstanbul’da görmediğim güzellik ve kalitede binalar, siteler yükselmiş. Pek çoğu da havuzlu villalar. Yolda giderken bak orada da bir villa var dediğimde ‘biz ona villa demiyoruz o bahçeli ev’ dediklerinde abartıyorlar zannetmiştim. Daha sonra gösterilen villaların lükslüğünü görünce abartı olmadığını anladım.

Anlayacağınız belli bir kesimde eşek yükü para var, öbür kesimde ise ekmek alacak paraları yok.

Ama en dikkatimi çeken zengin semtlerde BDP’ye %50’nin üstünde oy alabilmesi. Demek bu zengin kesiminin en az yarısının etnik talebi var.

Ya da bu tabloyu şöyle okumak lazım etnik talebi olan ve örgüt ile problemi olmayanlar ihalelerle ihya ediliyor ve zengin semtlerin yeni sakinleri olarak oylar %50 üstünde çıkıyor.

İşin aslını Diyarbakırlılar daha iyi bilir.

Diyarbakır’dan notlar şimdilik bu kadar.