Tarih yine
tekerrür ediyor.
Ehl-ibeyt’e yapılanlara
yakın bir zulüm Hizmet Hareketi’ne gönül verenlere yapılıyor.
Hapse
atılıyorlar, mallarına el koyuyorlar, işkence ediyorlar, camilerde
küfrediyorlar...
Yezid’in
elinden kurtulmayı başarabilenler de dünyanın dört bir tarafına dağılıyor.
Ehl-i Beyt de Emevi zulmünden kaçıp Arap
Yarımadası'ndan Anadolu’ya, Orta Asya’ya böyle hicret etmek zorunda kalmışlardı.
Gittikleri
yerlerde kaldılar, oraları aydınlattılar ve oralara gömüldüler, mühür oldular.
Asırlar sonra Ehl-i
Beyt’in izinden gideceklere ders verdiler.
Fethullah
Gülen Hocaefendi son sohbetinde sabır ve ümitten bahsettikten sonra yurt
dışında gömülmekten bahsetmesi dikkatimi çekti.
Bir de müjde
verdi.
‘Yolunuzu, çizginizi korursanız,
Amerika’ya gömülseniz dahi, Türkiye’ye gömülseniz dahi, Bakîü’l-ğarkad’da
ashaba komşu olursunuz. Yerin altında mesafe yok, orada mesafe, sıfır; milyonlarca
kilometreler, orada birden bire “zero”laşıyor. Allah, inayetini üzerimizden
eksik etmesin!..’
Dünyanın dört
bir tarafına dağılmış hicret erlerine açıkça mesaj veriyor. Yolunuzu çizginizi
koruma kaydı ile nerede gömülürseniz gömülün Medine’de Sahabelerin kabirlerine
komşu olabilirsiniz diyor.
Ancak millet
olarak bizlere biraz yabancı bir durum bu. Yani vatanının dışında ölmek ve
orada gömülmek.
Dünyanın
neresinde olursak olalım illa ülkemizde gömülmek isteriz. Böylelikle ruhumuz
huzur bulacak zannederiz.
Bu bizim
binlerce yıllık davranış kodumuz. Eski Türk geleneğine dair bir davranış geni
bu.
İslam ile
alakası yok yani.
Bu davranış
geni ‘gezmeye yaban yahşi, ölmeye vatan
yahşi’ özdeyişi ile karşımıza çıkıyor.
İslam öncesi eski Türklerin
inanışında ölen kişi mutlaka memleketine hatta mümkün ise köyüne gömülmeli idi.
Yoksa ruhunun rahat etmediğine inanılırdı.
Ancak gerek savaşlar gerekse başka
sebeplerden olsun yurdunun dışında vefat eden Türklerin cenazelerinin
memleketlerine döndürülmesi ciddi bir problem oluşturuyordu. Sıcaklar ve at
üzerinde uzun süren yolculuklarda cenazenin kokması söz konusuydu.
Bu sebeple zaman içerisinde pratik
bir yöntem geliştirildi. Cenaze belli bir süre bekletilip eti kemiğinden
ayrıldıktan sonra eti öldüğü yere gömülür, kemikleri ise memleketine
getirilirdi. Böylelikle ölen kişinin ‘ruhu rahat etmiş’ olurdu.
Günümüz
Kırgızca’sında ‘ölenin kemikleri getirildi diye bir tabir vardır. Bugün getirilen
aslında ölenin cenazesidir. Ama tabir aynen kalmıştır.
Bu davranış
geni yüzünden cenazelerimizi vatanımıza, tercihen de doğduğu yere defnederiz.
Nazım Hikmet Rusya’da değil de
vatanında, Anadolu’da bir köyde çınar altında gömülmek istemişti. Ama kendisine
nasip olmadı. Her sene kabrinin taşınması sevenleri tarafından gündeme
getirilse de kabri hala Moskova’da.
Kültürel kodlar böyle bir şey işte.
Binlerce sene de geçse davranış şekilleri kolay kolay değişmiyor. Sağcı da
olsanız, solcu da olsanız fark etmiyor.
Biz millet olarak böyleyiz işte.
Vatan bizler için sadece yaşamak
için değil aynı zamanda gömülmek için de anlam taşıyor.
Hocaefendi, işte bu binlerce yıllık davranış
genimizi değiştirmeye çalışıyor.
‘Yolunuzu çizginizi koruma kaydı ile nerede
gömülürseniz gömülün Medine’de Sahabelerin kabirlerine komşu olabilirsiniz, yerin altında mesafeler sıfır olur' diyor.
Kısaca
siz Ehl-i Beyt’in yolunda olun diyor. Adem Tatlıların, Erkan Çağılların yolundan gidin diyor.
Zalimler,
Yezidler evinin altındaki kasalarını ve itibarlarını sıfırlama peşinde iken, iyisi mi siz son
nefesinizi verdiğinizde yerin altında, Medine’deki Bakîü’l-ğarkad’a
olan mesafenizi sıfırlamaya bakın.