MHP ve CHP’liler ‘hayır’ derken bu zulme ortak olacaklar.
Aylar önce bu sütunda YAŞ (Yüksek Askeri Şura) mağdurlarının dramını anlatan iki yazı kaleme almıştım.
O iki yazımda 28 Şubat sürecinde yaşananları anlatmış ve yazımın son kısmında bir paragraf kadar karartılan hayatlara değinmiştim
Gerçekten Türkiye gündemine pek yansımayan çok büyük acılar yaşanıyordu.
Şükür ki bu problem anayasa değişikliğine konuldu. Eğer referanduma EVET çıkarsa bu zulüm bitecek. İnsanlar haksız yere ordudan atılmayacaklar. Namaz kılıyor diye hayatları karartılmayacak. YAŞ kararları yargıya açılacak. Zalim zulmü ile, mazlum ahı ile baş başa kalmayacak.
Hayır diyeceklerin bu yazıyı okumalarını ve vicdanları ile baş başa kalmalarını rica ediyorum. Eğer referandumda hayır derlerse bu zulme ortak olmuş olacaklar.
İşte sizlere o günlerde kaleme aldığım yazımı tekrar nazarlarınıza sunmak istiyorum.
GATA VE BİR YAŞ MAĞDURUNUN DRAMI –KANAYAN YARALAR
Bir önceki yazımda 28 Şubat sürecinde yaşananları anlatmış ve yazımın son kısmında bir paragraf kadar karartılan hayatlara değinmiş ve bir örnek vermiştim.
Bu örnek Yüzbaşı Güray Balatekin’di. Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararları ile ordudan atılmıştı.
Bu yazım üzerine o kadar çok mail aldım ki anlatamam.
Meğerse farkında olmadan çok hassas olduğu bir konuya parmak basmışım. Meğerse yaşanan dramlar yaşandığı noktada kalmış, ateş sadece düştüğü yeri yakmış. Medya üzerinden bu yaşananlar paylaşılamamış. Birikmiş ve paylaşılamamış acılar sinelerde sıkışıp kalmış.
Tabi burada Yüzbaşı Güray Balatekin sadece bir örnek. YAŞ kararları ile hayatı karartılanların sembol ismi. Güray Yüzbaşı gibi daha binlercesi var. İntiharlara varan, kapağı açılmamış nice büyük dramlar var.
Hâlbuki bütün bu atılanların istediği tek bir şey vardı. Yargılanmak. Bu en doğal hakları kendilerinden esirgemişti. Bu gün bazı komutanların yargılanmadan kaçtıkları kadar onlar yargılanmak istiyorlardı.
Yazım vesilesi gelen maillerden biri beni çok etkiledi. Gönderen YAŞ Emeklisi Hâkim Binbaşı Yusuf Çağlayan’dı. Mailinde Güray Yüzbaşı’yı çok dokunaklı bir dilde anlatıyordu.
Ben de satırına virgülüne dokunmadan bu yazıyı köşeme taşımak istedim. Sizi bu duygulu yazıyla ve gözyaşlarınızla baş başa bırakıyorum.
“Bugün kalbi kırılmış bir insan ile karşılaştım. Bir Y.A.Ş. zede idi benim gibi...Uzun boylu, esmer, yağız bir Anadolu evladı... Yüzbaşı Güray BALATEKİN… Gencecik siması gülmeyi unutmuş... Kanayan bir yaranın acısı yüzüne vurmuştu…
Sana ne yaptılar diye sordum. Istırap dolu yarı bir gülümsemeyle, “ne yapmadılar ki” dercesine bakışlarla karşılık verdi…Sonra bir bir anlattı, anlattı kendisine yapılanları...
Belli etmeden ağlıyordu. Ben de belli etmeden ağlamaya başladım. Bir süre böyle belli etmeden karşılıklı ağlaştık.
Onu çok iyi anlamıştım. Çünkü bana da yaşatmıştı aynı isyanı, aynı duyguları birileri bir süre önce. Tam kalbimdeki yara kabuk bağlarken karşılaştığım bu insan, yeniden kanatmıştı içimdeki yaraları...
Çantasından çıkardığı bir tomar belgeyi uzattı. En üstteki belgeye şöyle bir göz attım; bana da verilen belgenin bir benzeri idi : “Disiplinsizlik nedeni ile ilişiğinin kesilmesine karar verilmiştir.”
Sonra altındaki belgeleri inceledim tek tek; takdir, takdir, takdir... Tam yirmi bir adet takdir... Ve en altta da bir bayan resmi yapıştırılmış GATA sağlık raporu...
Bu kim? diye sormuş bulundum... Eşim dedi, fedakar eşim, çileli eşim...Üç yıl önce balkondan düşen evladını kaybetti, içinden PKK roketi geçen lojmandan çocukları ile sağ kurtulup gazi oldu, Ve şimdi de amansız bir hastalığın pençesinde hayat mücadelesi veriyor…
Çok üzülmüştüm… Ne diyeceğimi bilememiştim…
Yaralı teröristleri bile tedavi ediyorlardı diye mırıldandı. Bir süre sustu... Sabit bakışlar fırlattı rast gele... Kalbindeki kırık çehresine aksetmişti. Sonra, “ tüm kimliklerimizi ve sağlık karnesini de aldılar ilişiğimi keserken; eşimin tedavisi yarım kaldı. GATA’dan çıkarıldı. Maaşım kesildi. İş bulamadım...” diye mırıldanmaya devam etti.
“Bu haksızlık, bu yapılan doğru değil, hele eşime yapılan...” diye isyankar kükreyişleri bana neden geldiğini anlatır gibiydi : Hukuk arıyordu...Suçunun ne olduğunu bana soruyordu... Sanki yakama yapışmış, sen bir hukukçusun, bana bunları izah et der gibi benden hesap soruyordu adeta…
“Ben de işledim kanunlarda yazmayan, cezası gösterilmeyen ve hiçbir mahkemede görüşülmeyen o ağır suçu” diye karşılık verdim.
Ben vatanıma, milletime bağlıyım; devletime hizmetimi ve sadakatimi belgeleyebilirim...” dedi.
“Ben de” diye karşılık verdim.
Onu bu hukuksuzluğa katlanmayı öğretinceye kadar çok ama çok uğraştım.
“Olan bitenden eşimin haberi yok” dedi. Ona izne ayrıldığını söylemiş... GATA’daki tedavin tamamlandı demiş... O da inanmış...
Bir gün sabah güneş doğmamıştı. Telefonum çalıyordu acı bir haber vermek istercesine...Açtım ahizeyi bu acı haberi duymaya kendimi hazırlayarak...Bir ses : ağabey dedi; Güray’ın eşi rahmetli oldu..
İçim kan ağlıyordu... Yedeğimizde cenaze arabası ile mi gelecektim ilk defa evine Güray kardeşim? Eşinin cenaze evrakını “cenaze sahibi” diye ben mi imzalayacaktım? Eşini cenaze arabasına indirirken, arkamızdan annemizi nereye götürüyorsun dercesine ağlaşan çocuklarının sesleri kulağımda hala …Eşini tabuta verirken çektiğin ıstırap; üstüne seccadeyi sererken duyduğun şefkat gitmiyor gözümün önünden... “Mukadderat böyleymiş ağabey” deyişin...
Artık belli etmeden ağlayamıyordun... Ben de belli etmeden ağlayamamıştım. Karşılıklı açık açık ağlamaktan ikimizde kendimizi alamamıştık...Artık anlamıştım ki senin kalbinin daha bir kırık, yaranın daha bir derin, isyanının daha bir büyük olduğunu...
Biliyor muydu? Diye sordum. O da, titreyen dudakları cevap vermeye mani olunca, başını sallamıştı “evet” anlamında.
Aradan günler geçmişti. Kapı çaldı. Açtığımda karşımda dağ gibi duruyordu Güray... Karşı karşıya olduğu gerçeğe daha bir alışmıştı sanki… Karşılıklı hal hatır sorduk.
Söz döndü, dolaştı, eşine, Aliye hanıma geldi. Ağabey dedi : Eşim son günlerinde bir rüya gördü. Aksakallı bir zat-ı nurani ona: “-Kızım sen çok çile çektin, temizlendin, tertemiz oldun...” demiş.
Bilmem ki, aynı zat-ı nurani, ona bu çileyi çektirenlere rüyalarında görünse idi kim bilir neler diyecekti...”
Erkam Tufan Aytav