15 Ocak 2016 Cuma

İstenen Beyaz Bayraklı Toplum.

Saray’ın balkonundan sallanan parmağın sonucu bu

Beyaz bayrak sallamanın ne anlama geldiğini sanırım hepimiz biliyorsunuzdur.

Bilmeyenler için ben yine yazayım;

“Benden sana bir zarar gelmez, lütfen bana dokunma” demektir.

Bir süreden beri terör bölgesinde yaşayan, iki ateş arasında sıkışmış masum insanların;

Beyaz bayrak sallayarak hastaneye gidebildiklerini,

Beyaz bayrak sallayarak ölülerini defnedebildiklerini,

Yine beyaz bayrak sallayarak en temel insani ihtiyaçlarını giderebildiklerini görüyoruz.

Siz zannediyor musunuz ki sadece terör bölgesinde yaşayanlar beyaz bayrak sallamak zorunda kalıyor?

Uzun bir süredir muhalif herkesin susturulduğu Türkiye’de beyaz bayrak sallamayan o kadar az ki?

Neredeyse herkesin elinde bir beyaz bayrak, ‘lütfen bana dokunma’ diye yalvarıyor.

Doğan Grubunun günlük özür nöbetleri hepimizin gözü önünde cereyan ediyor.

Saray’ın balkonundan sallanan parmağın sonucu bu.

Demokratik gelişmiş ülke ve toplumlarda kimse Sarayından vatandaşlara parmak sallayamaz, sallamaya cür'et ederse de o ülkede kimse lütfen bana dokunma diye beyaz bayrak açmaz.

Ama Türkiye’de öyle olmuyor. Çünkü demokratik gelişmişliğimiz bu kadar.

Medya, sivil toplum, sendikalar, sanat ve akademi dünyası beyaz bayrak sallayan sallayana…

Tırsmışlık, korkmuşluk ve sonucunda sindirilmişlik hakim.

İşte böyle bir ortamda 1128 akademisyen muhalif bir bildiriye imza attı. Derhal imza atanlar için linç kampanyası başlatıldı. Ardından da gözaltılar başladı.

‘Makbul’ bir mafya reisi bile topa girdi ölümle, kan banyosu ile tehdit etti.

İmzaladıkları metnin tamamına katılmasam bile her demokratik toplumda akademisyenlerin fikirlerini özgürce ifade etme hakkı vardır.

İtirazınız varsa karşı bir bildiri yayınlarsınız o kadar.

Peki, bu cinnet hali, linç gayretleri niye?

İtiraz istenmiyor, biat isteniyor da ondan.

Hem de kayıtsız şartsız biat.

‘Bir kısım kendini bilmez’ biat etmiyor.

Öfke buna…

Bu öfke ne zaman mı bitecek?

İstisnasız bütün bir toplum beyaz bayrak salladığında…



Erkam Tufan Aytav

14 Ocak 2016 Perşembe

Ben bilmiyordum!

Gülay Göktürk’ün de işine son verilmiş.

Kovulmuş tabirini genelde kullanmam. Çok rencide edici bulurum.

Bugün gazetesinde yazarken 10 Eylül 2014’te Akşam gazetesinde geçmişti.

O günler ki Ak Parti’nin Zaman ve Bugün gazetelerinin içini boşaltma çabalarının olduğu bir dönemdi.

Pek çok yazara yüksek ücretlerle transfer teklifleri yapılıyordu. Mümtaz’er Türköne’ye de böyle bir teklif yapılmış oldukça ağır bir cevap almışlardı.

Gülay Göktürk gibi Ahmet Taşgetiren, Bugün’den, Hüseyin Gülerce de ‘fikirsel ayrılık’ sebebi ile Zaman ve STV den ayrılışları da aşağı yukarı aynı tarihlere rastlar.  

Gülay Göktürk yazılarına son verilmesiyle ilgili;

“bu kadar toleransız olduklarını da hiç bilmiyordum. Benim için çok önemli değil de gidişat açısından önemli. Demek ki artık en ufak eleştiriye bile tahammül ve tolerans yok. Bu çok acı, çok da tehlikeli… Bu gidişat gidişat değil” demiş.

Sayın Göktürk adına üzüldüm. Bu gerçeği çok daha erken fark etmeliydi. Kendisini iyi tanıyan biri olarak en azından ben öyle beklerdim.

Gülay Göktürk ki 28 Şubat Askeri vesayeti karşısında en dik durmuş, mazlumun yanında olmuş ender yazarlardan biridir. O günlerdeki cesur yazılarını asla unutamam. Unutulmaması da gerekir.

Yazılarında savunduğu 'paralel yapı vesayeti' iddialarına mukabil, parti vesayetini de vaktinde görebilmeli ve yazabilmeliydi. 

Maalesef Sayın Göktürk bu süreçteki savrulmasıyla beni en şaşırtan isim olmuştur.

Anayasa’nın, temel insan haklarının ayaklar altına alındığı, toplumun susturulmaya çalışıldığı, basının baskı altına alındığı, linç kampanyalarının yapıldığı bu dönemde “bu gidişat gidişat değil” ifadesi maalesef çok geç kalmış bir itiraf.

İşte buraya yazıyorum, önümüzdeki günlerde parti medyasında yazan kalemlerden “ben bilmiyordum” ile başlayan cümleleri çok okuyacağız.

Ama işlerine son verildikten sonra…

Erkam Tufan Aytav