Madımak üzerinden hem üzüm yiyelim hem de bağcıyı dövelim…
Üzerinden tam 17 yıl geçti.
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği tarafından Sivas’ta düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenlikleri çok acı bir olayla son bulmuştu.
Madımak oteli yakılmış ve 35 insanımız katledilmişti.
Mahkeme süreci sonucunda 33 idam çıktı, idam cezasının kaldırılması ile cezalar müebbede çevrildi. Sanki 35 katledilene mukabil 33 idam kararı verilmiş gibi oldu.
Ama olayın arkasındaki karanlık perde bir türlü aralanamadı.
Önceki gün Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız Zaman gazetesine verdiği demeçte çok önemli soruları gündeme getirdi;
"Oraya bir gün önceden kaldırım taşı yığanlar kimlerdi? Paşa Camii'nde Amerikan bayrağını açanlar kimlerdi? Tugay neden iki adımlık yoldan saatlerce aşağı inmedi? Askerler olay yerine 20 metre yakına kadar gelip ellerini bağlayıp baktı, sonra çekti gitti. Sivas'ın tüm yerel gazetelerinde 'Müslümanlar' imzasıyla ilginç bir bildiri yayımlandı, kimdi bunlar?
Ve ekledi “Madımak’tan belki de Ergenekon çıkacak; üzerine gidilsin”.
Karanlık bir elin işin içinde olduğu konusunda Sayın Balkız ile aynı düşünüyorum. Bu yüzdendir ki bu sorular bu kadar yıl geçmesine rağmen bir türlü cevaplanamıyor. Hep bir yerlere gelip gelip tıkanıyor.
17 yıl geçmesine rağmen olaydan geriye pek çok soru ve acı kaldı. Bir de kamulaştırılan Madımak otelinin ne yapılacağı.
İşte bu konuda Ali Balkız ile aynı düşünmüyorum. Sayın Balkız otelin ‘utanç müzesi’ olması gerektiğini söylüyor. Bununla birlikte otel yıkılsın anıt kurulsun diyen alevi dernekleri de var. Devlet bakanı Sayın Faruk Çelik ise kütüphane kurulmasını arzu ediyor.
Ama her ne yapılırsa yapılsın bu kanlı eylemi planlayanların ekmeklerine yağ sürülmesin.
Daha açık söyleyeyim; bu kanlı provokasyondan amaçlanan Alevi Sünni çatışması ve kıyamete kadar sürecek bir kan davası çıkarmaktı.
Ergenekon iddianamesinde de Sayın Balkız’ın bildiği gibi bununla alakalı pek çok belge var. Kendisine suikast girişimleri de dâhil.
Derin devletin laik/anti laik karşıtlığını üretmek ve körüklemek için yıllar önce ürettiği ve kullandığı Kubilay vakası gibi Alevi ve Sünniler arasında da Madımak aynı şekilde sembolleştirilmek istenmektedir.
Utanç müzesi düşüncesi maalesef bu kirli düşünceye ve amaca hizmet edebilir.
Kerbela aynen bu gün olmuş gibi ağlarız. Acıları diri tutma şark kültürünün bir parçasıdır. Acılar sürekli yenilenir, yürekler yeniden kanar.
Madımak üzerinden olayı sürekli diri tutulup kanatmak, ağıt yakmak yerine gelecek adına aynı oyunlara nasıl bir daha düşmeyizi düşünmeliyiz. Konuyu kan davasına taşıyacak davranışlardan kaçınmalıyız.
Geçmişteki yaraları günümüze ve geleceğe taşımak coğrafyamızda maalesef ders çıkartma yerine kan davasına dönüşmesine sebebiyet vermektedir. Ve yeni eylemlere kapı açmaktadır.
Hani meşhur bir söz vardır. Maksat üzüm yemek, bağıcı dövmek değil diye. Evet, burada hem üzüm yiyelim hem de bağcıyı dövelim. Ama unutmayalım burada bağcı kirli ve karanlık eller. Devlet içindeki çeteler.
Önerim bir ‘kültür merkezi’dir. Adını her ne koyarsanız koyun. İçinde Alevi kültürün sergilendiği, Alevi gençlerinin kendi mezheplerini kaynağından öğrenebilecekleri bir de kütüphanesinin olduğu, sosyal ve kültürel aktiviteler yapan, alevi ve Sünniler arasında köprüler kuran bir kültür merkezi.
Erkam Tufan Aytav
2 Temmuz 2010 Cuma
29 Haziran 2010 Salı
Kırmızı kitap ve cemaatler
Kırmızı kitap ve cemaatler
Şu kırmızı kitap olayını bir türlü çözebilmiş değilim.
Hani o ‘çok gizli’ bir kitap var ya, ‘top secret’ olan. Daha doğrusu vatandaşa top secret olan.
Hala duymamış olan varsa bir iki cümle ile nedir bu kırmızı kitap biraz açayım. Bir iki cümle diyorum çünkü bir vatandaş olarak bu kitap hakkında pek fazla bilgimiz yok.
Buna diğer adı Milli Güvenlik Siyaset Belgesi. Bu kitabın Türkiye Cumhuriyeti ‘gizli anayasası’ olduğu söyleniyor. Bir de bildiğimiz cildinin kırmızı olduğu. İçinde neler yazığını pek az kişi biliyor.
Bu pek az kişinin içinde sauna çeteleri ve Ergenekon sanıkları da var. Belli oranda piyasaya düşmüş ama vatandaşlara hala çok gizli.
Devlet içerisinde Özel Harp Dairesi diye bir daire olduğunu ilk olarak dönemin başbakanı Sayın Ecevit’ten duymuştuk. Bu gizli kitabı da ilk olarak ‘devletin kırmızı bir kitabı var’ diyen Alparslan Türkeş’ten duymuş olduk. O gün bu gündür de duyarız.
Orada yazılı kararların hükümetler üstü olduğu söylenir.
İstihbarat bağlantılarına güvendiğim bir tanıdığım yıllar önce bana ‘hülasatül hülasa’ yani ‘özetin özeti’ diye nitelenebilecek tek sayfalık bir belge olduğundan bahsetmişti. Kırmızı kitap da o tek sayfalık belgeye uygun olmalıymış. O belge de Genel Kurmayın kozmik kasasında duruyormuş.
Sen gördün mü o belgeyi diye sorduğumda ‘evet’ demişti. Bana sadece bir cümle aktarmıştı o belgeden. O cümle devletin Türklük ve Sünnilik üzerine kurulduğu ile alakalı cümleydi. Bu cümleyi duyunca ‘hiç şaşırmadım’ demiştim. Eee konu ‘bize gizli’ olunca biz de oradan buradan duyduklarımızla bir şeyler yazmak durumundayız.
Yani anlayacağınız Türkiye aslında o kitapta yazılı kurallarla yönetiliyor.
Peki, gelen hükümet o tek sayfalık metne, ya da Kırmızı Kitap’a ters bir kanun maddesi kabul etmeye kalkarsa ne olacak?
O zaman sistemin sübapları devlere girer. İlk olarak hükümet MGK’da uyarılır, hatta tehdit edilir, gerekirse başbakan asılır. Bu güne kadar hep böyle oldu.
Ama o da ne? Kulaklarıma inanamıyorum.
‘Kamuoyunda "Kırmızı Kitap" olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi değişiyormuş, iç ve dış tehditler yeniden tanımlanacakmış. Bu bağlamda tarikat ve cemaatler tehdit olmaktan çıkarılıyormuş...’
Ama hemen heyecanlanmayın henüz çıkarılmış değil tabii ki.
Başbakanlık ve MGK Genel Sekreterliği tarafından İçişleri Bakanlığına, MİT’e ve Genelkurmay’a taslak metin gönderilmiş.
Gönderilen taslaklarda, geçmişten farklı olarak kamuoyunda yakından tanınan cemaatler yokmuş. Ana metinde “irtica” ve “bölücülük” sözleri kalıyormuş. Ancak “irticai faaliyetler” somuta indirgenerek El Kaide, Hizbullah gibi aşırı dinci terör örgütleri olarak tanımlanıyormuş.
Henüz taslak olmak ile birlikte böyle bir çalışma olması Demokratik Türkiye açısından oldukça önemli. Türkiye’de yavaş yavaş da olsa bir şeyler değiştiğinin göstergesi bu.
Kendi halkını iç tehdit olarak gören anlayış artık mevzi kaybediyor. Hadi iyi niyetle yaklaşayım fikir değiştiriyor diyelim.
Kırmızı kitapla düşman olarak görülen cemaatler ve tarikatlar bu topraklarda binyıldan beri var olan kurumlar. Bir bakıma doğu tipi sivil toplum örgütleri.
Yıllardan beri düşman gördünüz de ne oldu? Yok mu oldu bu tarikatlar ve cemaatler. Hayır, olmadı her zamanki gibi varlığını ve canlılığını devam ettirdi. Sistemin her türlü tehdidine rağmen. Çünkü bu toplumumuz için bir ihtiyaçtı, sosyal devletin karşılayamayacağı kadar önemli bir ihtiyacı karşılıyordu.
Devlet kucaklamak yerine itti onları. Aslında devletin ittiği; vatanına, milletine bağlı, vergisini veren kendi vatandaşları idi.
Bu ülkenin gerçeklerini anlama zamanıdır, kendi vatandaşları ile barışma zamanıdır artık. Devletin milleti ile milletin devleti ile. Kürt’ünden, Alevisine oradan tarikatçisine kadar.
Ancak devletin düşman olarak algılamaması başkadır meşru olarak görmesi başkadır.
Bu küçük ama önemli nüansı atlamayalım.
Daha demokratik bir Türkiye dileği ile…
Erkam Tufan Aytav
Şu kırmızı kitap olayını bir türlü çözebilmiş değilim.
Hani o ‘çok gizli’ bir kitap var ya, ‘top secret’ olan. Daha doğrusu vatandaşa top secret olan.
Hala duymamış olan varsa bir iki cümle ile nedir bu kırmızı kitap biraz açayım. Bir iki cümle diyorum çünkü bir vatandaş olarak bu kitap hakkında pek fazla bilgimiz yok.
Buna diğer adı Milli Güvenlik Siyaset Belgesi. Bu kitabın Türkiye Cumhuriyeti ‘gizli anayasası’ olduğu söyleniyor. Bir de bildiğimiz cildinin kırmızı olduğu. İçinde neler yazığını pek az kişi biliyor.
Bu pek az kişinin içinde sauna çeteleri ve Ergenekon sanıkları da var. Belli oranda piyasaya düşmüş ama vatandaşlara hala çok gizli.
Devlet içerisinde Özel Harp Dairesi diye bir daire olduğunu ilk olarak dönemin başbakanı Sayın Ecevit’ten duymuştuk. Bu gizli kitabı da ilk olarak ‘devletin kırmızı bir kitabı var’ diyen Alparslan Türkeş’ten duymuş olduk. O gün bu gündür de duyarız.
Orada yazılı kararların hükümetler üstü olduğu söylenir.
İstihbarat bağlantılarına güvendiğim bir tanıdığım yıllar önce bana ‘hülasatül hülasa’ yani ‘özetin özeti’ diye nitelenebilecek tek sayfalık bir belge olduğundan bahsetmişti. Kırmızı kitap da o tek sayfalık belgeye uygun olmalıymış. O belge de Genel Kurmayın kozmik kasasında duruyormuş.
Sen gördün mü o belgeyi diye sorduğumda ‘evet’ demişti. Bana sadece bir cümle aktarmıştı o belgeden. O cümle devletin Türklük ve Sünnilik üzerine kurulduğu ile alakalı cümleydi. Bu cümleyi duyunca ‘hiç şaşırmadım’ demiştim. Eee konu ‘bize gizli’ olunca biz de oradan buradan duyduklarımızla bir şeyler yazmak durumundayız.
Yani anlayacağınız Türkiye aslında o kitapta yazılı kurallarla yönetiliyor.
Peki, gelen hükümet o tek sayfalık metne, ya da Kırmızı Kitap’a ters bir kanun maddesi kabul etmeye kalkarsa ne olacak?
O zaman sistemin sübapları devlere girer. İlk olarak hükümet MGK’da uyarılır, hatta tehdit edilir, gerekirse başbakan asılır. Bu güne kadar hep böyle oldu.
Ama o da ne? Kulaklarıma inanamıyorum.
‘Kamuoyunda "Kırmızı Kitap" olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi değişiyormuş, iç ve dış tehditler yeniden tanımlanacakmış. Bu bağlamda tarikat ve cemaatler tehdit olmaktan çıkarılıyormuş...’
Ama hemen heyecanlanmayın henüz çıkarılmış değil tabii ki.
Başbakanlık ve MGK Genel Sekreterliği tarafından İçişleri Bakanlığına, MİT’e ve Genelkurmay’a taslak metin gönderilmiş.
Gönderilen taslaklarda, geçmişten farklı olarak kamuoyunda yakından tanınan cemaatler yokmuş. Ana metinde “irtica” ve “bölücülük” sözleri kalıyormuş. Ancak “irticai faaliyetler” somuta indirgenerek El Kaide, Hizbullah gibi aşırı dinci terör örgütleri olarak tanımlanıyormuş.
Henüz taslak olmak ile birlikte böyle bir çalışma olması Demokratik Türkiye açısından oldukça önemli. Türkiye’de yavaş yavaş da olsa bir şeyler değiştiğinin göstergesi bu.
Kendi halkını iç tehdit olarak gören anlayış artık mevzi kaybediyor. Hadi iyi niyetle yaklaşayım fikir değiştiriyor diyelim.
Kırmızı kitapla düşman olarak görülen cemaatler ve tarikatlar bu topraklarda binyıldan beri var olan kurumlar. Bir bakıma doğu tipi sivil toplum örgütleri.
Yıllardan beri düşman gördünüz de ne oldu? Yok mu oldu bu tarikatlar ve cemaatler. Hayır, olmadı her zamanki gibi varlığını ve canlılığını devam ettirdi. Sistemin her türlü tehdidine rağmen. Çünkü bu toplumumuz için bir ihtiyaçtı, sosyal devletin karşılayamayacağı kadar önemli bir ihtiyacı karşılıyordu.
Devlet kucaklamak yerine itti onları. Aslında devletin ittiği; vatanına, milletine bağlı, vergisini veren kendi vatandaşları idi.
Bu ülkenin gerçeklerini anlama zamanıdır, kendi vatandaşları ile barışma zamanıdır artık. Devletin milleti ile milletin devleti ile. Kürt’ünden, Alevisine oradan tarikatçisine kadar.
Ancak devletin düşman olarak algılamaması başkadır meşru olarak görmesi başkadır.
Bu küçük ama önemli nüansı atlamayalım.
Daha demokratik bir Türkiye dileği ile…
Erkam Tufan Aytav
Etiketler:
aleviler,
cemaat,
kırmızı kitap,
MGK,
milli güvenlik siyaset belgesi,
tarikatler
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)