25 Mayıs 2010 Salı

Yemen’de savaşıp Burma’da şehit düşen Mehmetçiğin hikâyesi.

Yemen’de savaşıp Burma’da şehit düşen Mehmetçiğin hikâyesi.

Adı Yemen’dir gülü çemendir, giden gelmiyor acep nedendir?
Yemen adının zihnimizdeki tedaisi hüzündür. Gözyaşıdır, hasrettir. Yüz binlerce Mehmet’in gittiği, ama dönemediği yerdir. Yemen değince kalbi burulmayanımız yok gibidir.
Yemen Turizm bakanlığının THY, Mercure, Aden otelleri ve Safatur’un sponsorluğunda daveti gelince ne kadar heyecanlandığımı anlatamam.
Yemen’in Osmanlı açısından stratejik öneme sahip olmasının sebebi Mekke ve Medine’nin yani kutsal toprakların güvenliği içindir. Bu sebeple asırlarca Yemen eyaletimiz olarak kalmıştır.
Yemen ziyaretimiz esnasında başkent Sana’a’yı, Aden’i ve Taiz’i görme fırsatımız oldu. Aden Hint okyanusu ve Kızıldeniz kıyısında bir şehir. Ben böyle sıcak ve nemli şehir görmedim. Nemin yüzde doksanları bulması sıcaklığı daha bir çekilmez kılıyor. Oteldeki çeşmeden su sıcak/ soğuk yerine, sıcak/ çok sıcak şeklinde akıyor. Sebe Melikesi Belkıs döneminden kalma su kuyuları hala mevcut.
Yemen’in diğer şehirlerinde olduğu gibi burada da fedakâr Türk öğretmenlerin görev yaptığı bir de okul bulunuyor. Müdür Cemal Bey burada çok mutlu olduklarını söylüyor. Yetiştirdikleri öğrenciler pırıl pırıl. Bir öğretmen arkadaşa adını soruyorum Ali diyor. Memleketin diye sorduğumda ise Adıyemenliyim.
Aden’den Taiz’e karayolu ile 3 saatte vardık. Sürekli yokuş çıkarak varabiliyorsunuz Taiz’e. Bu şehirde Aden’in kavurucu sıcağını bulmanız mümkün değil, oldukça güzel ve serin bir şehir Taiz. Arabadan inemeyecek kadar doluya tutulduğumuzu da burada ifade edeyim. San’a’a da en yüksek şehri Yemen’in. Rakım 2400 metre.
Yemen bütün şehirleri ile mutlaka görüşmesi gereken bir ülke. Osmanlı izlerine her yerde rastlıyorsunuz.
100 bin civarında Türk’ün yaşadığı söyleniyor Yemen’de. Peki, bu Türkler Yemen’e nasıl gelmişler ve buralarda neden kalmışlar?
Bu Türklerden bir kısmı Osmanlı zamanında tayin ile buralara gelenler. Başkent Sana’a da son akşam bizi evinde ağırlayan Necat Abla’nın dedeleri de bu şekilde gelenlerdenmiş. Büyük dedesi birinci dünya savaşı öncesi askeri mühendis olarak İstanbul’dan gelmiş ve kalmışlar. Necat abla gerçek bir Osmanlı hanımefendisi. Aynı zamanda da toplum sosyolojisi üzerine çalışan bir akademisyen. Türkiye’de akrabalarınızı bulabildiniz mi diye soruyorum, bütün Türkiye benim akrabam diyor. Taiz’i ziyaretimiz esnasında gene bu şekilde Yemen’e gelip kalan bir Türk aile ile de tanışma fırsatımız oldu. Bizleri çok sıcak karşıladılar. Dedeleri Konya’dan gelmiş, daha sonda da buralarda kalmışlar.
Mondros ile Yemen elimizden çıkınca vaktinde tayin olup gelen Türkler dönmeye başlamışlar. Bunun üzerine Yemen yönetimi devlet idaresinde kalifiye elaman sıkıntısı çekmiş. Yönetimin isteği üzerine özelikle silahhanelerde, telgrafhanelerde çalışacak teknik elemanlar alıkonmuş. Hatta gerçek anlamda bir münevver olan Osmanlı Paşası Ragıp Paşa Yemen dış işleri bakanı olarak 30 yıl boyunca istihdam edilmiş.
İsminin sonu –i ile bitiyorsa mutlaka Türk soyundanmış. Fahri, Şemsi, Hilmi gibi. Mesela Yemen’e ilk gelen kişinin adı Hilmi ise o sülaleye Beyti Hilmi denirmiş.
Şimdi gelelim Yemen’i savunmak için giden Mehmetçiklerimize ve insanın içini acıtan hikâyesine.
Giden gelmiyor acep nedendir?
Hemen söyleyeyim Yemen’de en çok görmek istediğim şehitliğimizdi. İstiyordum ki kabirlerini ziyaret edeyim, topraklarını öpeyim, başları okşar gibi mezar taşlarını seveyim. Maalesef bir tek şehit kabrine rastlamadık. Şehitlerimizi Yemenliler, ‘bunlar Müslüman’ diye kendi kabirlerine defnetmişler, vahhabi âdetinin etkisi ile de hiç birinin yeri yurdu belli değil maalesef.
Şehitlerimizin büyük kısmı çatışmadan değil hastalıklardan, soğuktan, açlıktan kırılmış. İşte gidip de dönemeyen Mehmetlerin sayılarının 500 ila 600 bin olduğu söyleniyor.
Osmanlı ordusu Yemen’e Kızıldeniz’e kıyısı bulunan Hudeyde limanından çıkartma yapıyor. Biraz önce yazımda Aden, Taiz ve San’a güzergahından bahsederken ülkenin dağlık coğrafi yapısını nazara vermiştim. İşte Mehmetçik bu zorlu güzergâhtan Sana’a’ya varmak için üzerindeki teçhizat ile yürümeye başlıyor. İlk olarak 70 km uzunluğu alan Tihame çölünü 7 günde geçiyorlar.
Arkasından da dik yokuşlar başlıyor binlerce kilometre. Hani Yemen türküsünde ‘burası Huştur yolu yokuştur’ diyor ya. İşte Huş zorlu, dik Sana’a güzergahı üzerinde bir şehir. Açlık, hastalık, yorgunluk, sıcak, soğuk Mehmetçiği perişan ediyor. Büyük bir kısmı kabirleri bile belli olmayacak şekilde şehit düşüyor.
Peki, şehit olmayanlar ne oluyor?
Mehmetçiğin ya Suudi Arabistan üzerinden Türkiye’ye gelmesi lazım. Ancak bu oldukça zor ve tehlikeli. Çünkü hem çöl, hem de Şerif Hüseyin Osmanlı’ya ayaklanmış durumda.
Ya da Aden şehrindeki İngiliz askerlerine teslim olması lazım. Bu durumda Mısır’da ki esir kamplarına götürülmesi ve ateşkes olduktan sonra teslim edilmesi söz konusu.
Şimdi size çok ilginç bir bilgiyi paylaşmak istiyorum. Geçenlerde pasifik ülkesi Burma’dan (Myanmar) oradaki okulun müdürü Rıfat Büyük ile röportaj yapma fırsatım olmuştu. Bana Burma’da dört ayrı Türk şehitliği olduğundan bahsetmişti. Nasıl olur Burma’ya hiç Mehmetçik gitmedi ki der demez bunlar Yemen’de savaşıp İngilizlere esir düşmüş Mehmetçikler deyiverdi.
Aman Allahım, Yemen’den Burma’ya.
İngilizler sömürge ülkesi Burma’ya madenlerde, yollarda çalıştırılmak üzere 400 civarında Mehmetçiği götürmüşler. Eşini çocuklarını, annesini, babasını bırakıp Yemen’e giden, esir düşüp dünyanın öbür ucunda esir, ırgat olarak ömrünün sonuna kadar çalıştırılan Mehmetçiğin hazin ve bilinmeyen hikâyesi. Anadolu’nun bir köyünden başlayan, Yemen dağlarında veya Burma’da son bulan binlerce hikâye.
Acılar, hasretler, gözyaşları bilen duyan var mı?
Adı Yemendir gülü çemendir giden gelmiyor acep nedendir?

Erkam Tufan Aytav
25 Mayıs 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder