31 Aralık 2014 Çarşamba

Bir AKP’li ile ilginç bir diyalog



Çok sorulan bir soru üzerine

Bir AKP’li ile ilginç bir diyalog

AKP ile beraberken yolsuzluk demiyordunuz, ne zamanki Erdoğan Cemaatin üzerine gitti yolsuzluk diye bağırmaya başladınız. Sizin derdiniz yolsuzluk falan değil, darbe.

17 Aralık öncesi AKP’de yolsuzluklar vardı da Cemaat ses çıkarmadı mı demek istiyorsun? Bu AKP’nin baştan bu yana yolsuzluk içindeydi itirafı mı bu?

Yok, hayır aslında öyle demek istemedim. 

Ama açıkça yolsuzluk vardı ama siz ses çıkarmadınız diyorsun. 

Tabii ki her iktidar döneminde yolsuzluk olur, olabilir. Yolsuzluk tabii ki vardı.

Hadi cemaat menfaati gereği sesini çıkarmadı diyelim, o zaman siz niye ses çıkarmadınız?

Şey aslında!!!

Cemaat sesini çıkarmadığı için ahlakiliğini sorguluyorsun. Diyelim cemaat yanlışını gördü ve yolsuzluklara karşı sesini çıkarmaya başladı. Sen niye hala susuyorsun. Bir mümin olarak en fazla harama karşı senin sesinin çıkması gerekmiyor mu?

İyi ama o zaman da sesinizi çıkarmalıydınız.

Bak kardeşim, yolsuzluklar herkes gibi bizim de kulağıma geliyordu. Hatta Fethullah Gülen Hocaefendi 2006 yılında bir mektupla bunu Tayyip Erdoğan’a bildirmişti. Yolsuzluklar sağda solda duyulmaya başlanmıştı. Ne var ki elde somut belge, delil yoktu, bu sebeple açıkça suçlayamazdık. Sadece uyarabilirdik. Eğer böyle yapılmasaydı başta İslami cemaatler olmak üzere Hizmet Hareketi müfteri olarak suçlanırdı. 

Ayrıca somut bilgi, belge olsaydı Sarıkız, Yakamoz, Oraj, Balyoz gibi AKP’ye darbe girişimlerinin yapıldığı o dönemlerde yeminli AKP karşıtı medya bunu manşetlerinden haber yapardı değil mi? Bu da gösteriyor ki kimsenin elinde belge yoktu. Sadece duyumlar vardı. 

Tabii bilgi belge olmaz, cemaatin polisleri bilerek üzerine gitmedi. Onun için belge yoktu. Bak şimdi üzerine gitti belgeler ortaya çıktı. 

Cemaatin polisleri kavramını kafana oturtmuşsun, peki bir an için öyle olsun. Devlette sadece ‘Cemaatçi’ polis ve yargı mensupları mı var? Cemaatin dışındaki polisler, savcılar niye harekete geçmedi peki? Darbeciler için bulunmaz fırsattı hâlbuki. 

Şey aslında...


 ***
 

27 Kasım 2014 Perşembe

Parti Medyasındaki depremin bizlere öğrettikleri



Parti Medyasındaki depremin bizlere öğrettikleri

Mustafa Karaalioğlu, Yusuf Ziya Cömert, Mehmet Ocaktan görevlerinden alındı. Ardından da bazı yazarların istifaları geldi. 

Açıkça söyleyelim bu görevden almalar mümkün olabilecek en çirkin bir şekilde yapıldı. 

Hırsızlıkla suçlandılar. 

Bunu da parti medyasından isimler açıkça ifade ettiler. 

Peki, bu olaydan ne gibi dersler, mesajlar çıkarabiliriz teker teker ele alalım. 

1.     Vefa diye bir şey yokmuş bu zihniyette. Sizlerin türlü kirli işlerinizi, gaflarınızı, açıklarınızı kapamak için bu insanlar canla başla çalıştılar. Bunları yaparken de gazetecilik kariyerlerini yerle bir ettiler. Sonuçta itibarsızca kapının önüne kondular. Beraber yürüdükleri bu insanlara çok ayıp ettiler. Kullanıp attılar. Halbuki daha insani bir şekilde yollar ayrılabilirdi.

2.     Eğer yolsuzluk vardı ise elinizdeki delillerle gidersiniz yargıya. Ama böyle yapmadınız. Dedikodu yaydınız. Muhaliflerinize yaptığınız yöntemi dava arkadaşlarınıza da yaptınız. Çok ayıp ettiniz. Bu yöntem karakteriniz olmuş anlaşılan.

3.     Yolsuzluk yaptılar diyenlerin haline asıl bir bakmak lazım. Gerçekten çok gülünç.

4.     Parti medyası derken boşuna söylemediğimiz bir kere daha ortaya çıktı. Dünyasın neresinde medya yöneticilerinin işine son verilirken Köşk'ten izin alınır? Bu görevden almaların Köşk'ün onayı olmadan olmayacağını sadece Türkiye’de yaşayanlar değil, bütün dünya çok iyi bilir.


5.     Parti eskiden muhalif medyaya baskı yapar tehditler ederdi. Bu olaydan sonra medyada çemberin daraldığını görüyoruz. Artık kendi medyasına bile aynı muameleyi uygulamaya başladılar. Çok yandaşlar, nispeten daha az yandaşları yemeğe başladı. Hiç itiraz etmeyecek kurşun askerler isteniyor?


 ***

Değer miydi Etyen Abi!
Akşam yazarı Sayın Mahçupyan ileride çok mahcup olacağı yazılar kaleme alıyor. 
Açıkça söyleyeyim artık tanıyamıyorum Mahçupyan’ı
Eski entelektüel Mahcupyan gitmiş,
Siyasete angeje olmuş, olaylara siyasetin gözlüğü ile bakan bir başka Mahçupyan gelmiş.
Son iki yazısında sanki havuz medyasının iddialarına zemin tutucu ve cemaat hakkında dosya hazırlayan savcılara delil gösterici çabalara girmiş.
İki iddiası var bu yazılarında.
1.     Cemaat aydınlar ile yapılan ve kendisinin de katıldığı toplantıda 17/25 Aralık ile alakalı bu işi iki ayda bitiririz demiş. Yani cemaat darbe niyetini itiraf etmiş.
2.     Cemaat üniversite imtihanındaki başarısı palavra, soruları çaldığı için başarılı oluyor. Bunu da yine o toplantıya katılan birine dayanarak yazmış.
Şimdi bu durumda benim Sayın Mahcupyan’a bazı sorular sormam şart oldu.
1.     Bu iddialarınızı niye sizden başka kimse duymadı?
O toplantıda olan ve yazısında isimleri geçen Ergün Özbudun, Ali Bulaç, Mümtazer Türköne, Şahin Alpay yaptıkları açıklamalarında böyle bir şey söylenmediğini açıkça ifade ettiler. Ayrıca ben de o toplantıda idim böyle bir şey duymadım. Nasıl oluyor da bir dek siz duyabildiniz?
2.     Peki, böyle şeyler dendi ise niye bugüne kadar açıklamadınız ve 10 ay beklediniz? Buna ne engel oldu? Ağzınızı tutan mı vardı?
Neden açıklamadığına dair bir eksersiz yapabiliriz.
a.      O sırada Zaman gazetesinde yazıyordu, maaşını oradan alıyordu, onun için söyleyemezdi. Eğer böyleyse nerede ahlaki/ etik duruş? Maaş aldığın yere göre konuşma yada konuşmama izah edilebilir bir durum değildir. Eğer öyleyse şu anki durumunu da bu açıdan sorgulamak gerekir. Çünkü Akşam gazetesinde yazıyor ve Başbakan’a Başdanışman oldu. Bu sefer hangi hakikatleri saklıyor diye sorarlar adama.
b.     10 ay sonra birden hatırına geldi.
İhtimal dâhilinde olabilir ama buna da kimse inanmaz.

Bu durumda Sayın Mahçupyan yukarıdaki iki soruyu cevaplandırmak, iddialarını delilendirmek, yada hafızam beni yanıltmış diyerek özür dilemek zorundadır.
Son bir not: Değer miydi Etyen Abi!

***
Günün gazete manşeti
 

11 Kasım 2014 Salı

Erdoğan ve Öcalan’ın temsiliyet sorunu



Erdoğan ve Öcalan’ın temsiliyet sorunu

Kendini bütün Türkiye’nin temsilcisi gören Erdoğan ile,

Kendini bütün Kürtlerin temsilcisi zanneden Öcalan’la yapılan müzakerelerin sonucunun böyle olacağı belliydi.

Öncelikle bu iki kişi de temsil konusunu doğru zemine oturtmalılar.

Ne Erdoğan'ın ne de Öcalan’ın böyle bütüncül bir temsiliyeti yok. 

Davutoğlu, Öcalan’a bakan yönü ile problemi gördü anlaşılan ki geçenlerde
Kürt problemi ile ilgili bütün Kürtlerle görüşeceğiz dedi.

Geçte olsa, ba’de harabul Basra da olsa, bu iyi bir şey.

Keşke bunu daha önceden düşünselerdi.

Beşir Atalay’ın ‘Öcalan bütün Kürtlerin temsilcisidir’ sözü hala hafızalarımızda. 

Problemin Erdoğan’a bakan yönü ise hala ortada duruyor.

***

Diyelim ki siz Parti gazetecisisiniz.

Allah korusun ama bir an için öyle düşünelim.

Manşetlere kimi taşırsınız? Kimin resmini daha büyük kullanırsınız?

Yani Erdoğan’ın mı yoksa Davutoğlu’nun mu?

Bir taraftan partinin doğal ve ebedi lideri, üstelik o ki Türkiye’nin son 10 yılına artı eksi damgasını vurmuş biri.

Diğer taraftan daha düne kadar Dışişlerinin dışında hükümete katkısı olmamış ve yeni Başbakan olmuş biri.

Ayrıca ‘gerçek anlamda’ icranın başının kim olduğunu da biliyorsunuz.

Üstelik buna Erdoğan’ı birinci sayfada büyük kullanmayınca yiyeceğiniz fırçalar da söz konusu ise.

‘Doğal’ ve ‘duygusal’ olarak eliniz tabii ki Erdoğan’a gider.

Her gün Erdoğan’ı manşete taşır ve resmini daha büyük kullanırsınız.

Öyle de oluyor zaten.

İyi ama 8 ay sonra seçimler var ve ortada büyük bir sorun var.

Seçimlere Erdoğan girmeyecek ki? Davutoğlu girecek.

Davutoğlu’nun büyük lider olarak parlatılması lazım.

Lazım lazım ama o iş kadar kolay değil.

Bugünlerde parti gazetecileri işte bu çıkmazın içindeler.

Bir türlü işin içinden çıkamıyorlar.

Parti gazeteciliği öyle uzaktan göründüğü gibi bol paralı diye rahat bir pozisyon zannetmeyin.  

İşte böyle dertleri var işte.

***
Parti medyası neden koro halinde hareket ediyor?

Parti Medyası 6 bin zeytin ağacının kesilmesini, danıştay kararını görmedi.

Her zamanki gibi davrandı.

Yani koro halinde.

Tabii bu durum tek bir merkezden mi talimat geliyor sorusunu akla getiriyor.

Tapelerden bu işlerin nasıl olduğunu artık hepimiz biliyoruz.  

Ama bu sefer talimat olmamış olabilirler.

Parti ile o kadar iç içeler ki artık olaylara nasıl bakacaklarını gayet iyi biliyorlar

Senkronize hareket edebiliyorlar.

Bu aşamadan sonra talimat geremez. 

***


Erdoğan: ‘Bu gazetecilerin ani, acil operasyonlara ihtiyacı var’

 ve ardından....