31 Aralık 2015 Perşembe

‘Seni niye hala içeri almadılar?’

Son dönemde dostlarımdan bu soruyu çok sık duyar oldum;

'Seni niye hala içeri almadılar?'

Bu soruya inanın neredeyse her gün birkaç defa muhatap oluyorum.

Doğrusu ben de bilmiyorum niye almıyorlar.

Yasa dışı bir işim yok ama gazeteciyim ve ‘yeterince’ muhalif biriyim.

Malumunuz el koydukları ve susturdukları BugünTV'de program yapıyordum.

Cahil cesareti ile medyada, mikrofon uzatıldığında, yazılarımda düşüncelerimi eğip bükmeden söylüyorum.

Bu da yetmez gibi Gazeteciler ve Yazalar Vakfı’nda Başkan Yardımcıyım. 

O Vakıf ki Onursal Başkanı Fethullah Gülen hakkında tutuklama kararı çıkartılmış, Adem Peygamberden günümüze, akla hayale gelmedik ne kadar suç varsa isnat edilmiş.

Yetmezmiş gibi iki önceki Vakıf Başkanı Harun Tokak hakkında tutuklama kararı çıkartılmış.

Dahası var. Bir önceki Vakıf Başkanı Mustafa Yeşil hakkında da tutuklama kararı çıkartılmış.

Mevcut Vakıf Başkanı Cemal Uşak hakkında ise yakalama kararı var.

Ve ben o Vakfın Başkan Yardımcısıyım.

Üstüne üstlük ‘Cemcik’ ekranlardan sık sık ismimi telaffuz edip tutuklayın onu deyip duruyor, emniyete ve yargıya talimatlar yağdırıyor.

Gerçekten tuhaf bir durum.

‘Seni niye hala içeri almadılar’ sorusuna gerçekten ne cevap vereceğimi bilemiyorum. 

Ve kendimi kötü hissediyorum.

Benim ‘işbirlikçi’ olabileceğime dair bir kanaatleri mi var acaba? Böyle bir karaktersizlik mi görüyorlar yoksa bende diye düşünmeden edemiyorum. 

Yoksa değmez mi buluyorlar?

Yanlış anlamayın tutuklanma meraklısı değilim. Sadece bu soruya cevap arıyorum.

Bu soruyu soranlardan da artık işkillenir oldum hani. Neden mi?

İkili oynuyorum diye mi düşünüyorlar acaba?

Başlangıçta bu soruyu espri ile geçiştiriyordum. Ama artık alınıyorum.

Evet, içeri alınmıyorum ama bu sorudan alınıyorum artık.

Offff, ne bileyim ben yahu. Keyiflerinin kâhyası mıyım?

Neden alınmıyor muşum? 

Lütfen bir daha bana böyle tuhaf tuhaf sorular sormayın lütfen…J

Bütün iyi insanlara mutlu bir yıl dileklerimle...


Erkam Tufan Aytav






28 Aralık 2015 Pazartesi

Gözlerine iyi bakın, maktuller ile göz teması önemlidir.

O gün orada suçsuz yere 34 genç bombalanmıştı.

O gençlerin tek derdi vardı. Evlerine ekmek götürmek.

Eşek sırtında kaçakçılık yapıyorlardı. Çünkü hayat onlara başka bir seçenek bırakmamıştı.

F16’lar geldi ve onları paramparça etti.

Yanlış istihbarat dendi.

Peki yanlış istihbaratı kim vermişti? Üzerinden 4 yıl geçti ve olay bir türlü aydınlatılamadı.

Bir tek kişi bile görevinden alınmadı ve cezalandırılmadı.

Evladını yitiren anne feryat ediyor ve diyor ki; ağlamaktan gözlerimden yaş gelmiyor artık…

O gün orada ölen bakan çocuğu olsaydı ne olurdu?

Peki sizin çocuğunuz olsaydı yine böyle sessiz kalır mıydınız?

Bakan çocuğu olsaydı farklı olurdu diyorsanız Hükumette bir problem var demektir.

Yok, eğer katledilen kendi çocuğumuz olsaydı farklı davranırdık diyorsanız sizde bir problem var demektir.

4 yıl geriye gitmeye gerek yok.

Bakın Cizre’den feryatlar yükseliyor.

Anneniz sokak ortasında vurulsa ve cenazesi 7 gün boyunca sokak ortasında beklemek zorunda kalsa ne yaparsınız?

Ya da bir kör kurşunla öldürülmüş kızınızın cenazesini defnedemeyip günlerce derin dondurucuda saklamak zorunda kalsanız?

İşte o zaman tepkim farklı olurdu diyorsanız hem insanlığınızdan bir şeyler kaybetmişsiniz, hem de ülke zaten bölünmüş demektir.

Gerisi laf ü güzaf.

Aşağıya 4 yıl önce parçalanan 34 gencin fotoğrafını koyuyorum. 

Gözlerine iyi bakın. Maktuller ile göz teması önemlidir. 

Bu göz teması içimizde unuttuğumuz bir şeyleri hareketlendirebilir belki.


Erkam Tufan Aytav




24 Aralık 2015 Perşembe

Ahmet Hakan Coşkun’un bu yazdıklarına gazetecilik diyebilir miyiz?


Ahmet Hakan Coşkun’un bu yazdıklarına gazetecilik diyebilir miyiz?

Şöyle yazmış köşesinde Ahmet Hakan Coşkun…

Fethullah’ın yaptığına ‘darbe diyebilir miyiz?

“17/25 Aralık olayı için”…

-         “Fethullah’ın devlet içindeki adamlarının, yolsuzluğu bahane edip hükümeti yıpratma girişimi” diyebilirsiniz.

-         “Fethullah’ın yargı ve polis içindeki unsurlarını kullanarak… Bakan düşürme, hatta başbakan düşürmeye kadar varacak bir mecraya kulaç atma olayı” diyebilirsiniz.

Ama darbe diyemeyiz, darbe girişimi bile diyemeyiz…


O halde ben de derim ki…

Ahmet Hakan Coşkun’un bu yazdıklarına gazetecilik diyebilir miyiz?

Milyonlarca seveni olan Sayın Fethullah Gülen hakkında asgari saygı ifadesi olarak en azından isim ve soyadı ile ifade edilmesi gerektiğini bilmiyor herhalde diyebilirsiniz.

Çok yakışıksız bulabilirsiniz.

Devletin bütün gücü ile linç ettiği bir isme ‘bir de ben vurayım terbiyesizliği’ diyebilirsiniz.

‘Belki böyle yazılar yazarsam Doğan Grubu olarak paçayı kurtarırız’ kurnazlığı diyebilirsiniz.

Bu yazdıkların senin ahlaki ilkelerine uyuyor olsa bile Doğan Grubunun yayın ilkelerine uyuyor mu diyebilirsiniz.

Sayın Gülen’i bir mafya babası gibi lanse edip devletin içinde adamları var demesini ahlaksızca bulabilirsiniz.


Ama buna ne gazetecilik, ne de insanlık asla diyemezsiniz…



15 Aralık 2015 Salı

Cemaat, zulüm devam ederken özeleştiri yapmalı mı?

Cemaat, zulüm devam ederken özeleştiri yapmalı mı?

AKP’nin, Cemaatin üzerine insan hakları ve hukuku ayaklar altına alıp zulmettiği günden buyana bu konu gündeme geliyor.

Bir kesim ısrarla diyor ki; 

Cemaat özeleştiri yapmalı. Yapmalı ki bizler de daha rahat cemaati savunabilelim. Aksi takdirde savunamayız.

Ben bu konuda Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Cemal Uşak gibi düşünüyorum.

Zulüm devam ederken yapılan özeleştiri talepleri hem etik değil hem de ilkesel anlamda yanlış.

Etik değil çünkü;

Zalim, mazlumun üzerine çökmüş, bıçağı boynuna dayamış, üçüncü kişilerin ‘hadi söyle, söyle bakalım sen de yanlışlar yapmıştın ama’ demesi hiç etik değildir. 

İlkesel anlamda yanlıştır, çünkü;

Cemaat dâhil kimse sizden cemaati savunmanızı istemiyor. Cemaat kendi savunmasını kendi yapar.

Savunmanız gereken cemaat değil; demokrasi, hukuk ve insan hakları. 

Yapmanız gereken hukuksuzluklara karşı çıkmak, o kadar.

Gösterilmesi gereken sadece demokratik bir duruştur.

Kimse cemaat bahanesi arkasına saklanıp korkaklığını ve demokratik evrimini tamamlayamamış olduğunu gizlemeye kalkmasın. 

***

Zulüm bittikten sonra cemaatin özeleştiri yapması elbette kaçınılmazdır.

Ama önce cemaat özeleştiri yapmalı diyenlerin önden buyurması gerekir.

Mesela Hürriyet Gazetesi ve yazarları yıllarca bu ülkeye ait manevi değerleri aşağılaması ve 28 Şubat savunuculuğu konusunda özeleştiri yapmalı mıdır?

Mesela Cumhuriyet Gazetesi ve yazarları askerin ardına saklanıp darbe çığırtkanlıkları yapması konusunda, dindar insanlara karafatma gibi tasvir 
etmeleri konusunda özeleştiri yapmalı mıdır? 

Daha düne kadar Ankara temsilcilerinin gazeteci sıfatı ile komutan komutan gezip yaptığı darbe girişimleri için özeleştiri yapmayı düşünmekte midirler? 

Neyse, böyle bir ortamda daha fazla yazıp kanatmaya hiç gerek yok.

Bu ülkede demokrasi konusunda Cemaat dahil sicili bozuk olmayan neredeyse hiçbir kişi ve grup yoktur.

Kimin sicili daha bozuk derseniz onu da oturur tartışırız. 

Önemli olan bugün demokrasi düşüncesinde nerede olduğumuzdur. 

Cemaate özeleştiri yapsın diyenler önce kendilerine bakmalı ve dürüst olmalıdır.  

Erkam Tufan Aytav 

27 Kasım 2015 Cuma

Küçük mahalle hesapları sıkışmışlığında medya özgürlüğü


Küçük mahalle hesapları sıkışmışlığında medya özgürlüğü 

Taraf Gazetesi Yazarı Mehmet Baransu tutuklandı, sesini çıkarmadın.

Bugün Gazetesi yazarı Gültekin Avcı tutuklandı, sesini çıkarmadın.

STV Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca tutuklandı, sesini çıkarmadın.

Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’ya tutuklama kararı çıkartıldı, sesini çıkarmadın.

Bugün grubuna çöküldü sesini çıkarmadın.

Ne olup bittiğini anlamamakta ısrar ettin.

Yaşananları AKP/Cemaat kavgası zannettin.

Yesinler birbirlerini dedin.

Hatta ellerini ovuşturdun.

Çünkü tutuklanan gazeteciler kendi mahallenden değildi.

Tehlikenin bir gün kendi kapına geleceğini asla anlamak istemedin.

Bak şimdi Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara temsilcisi Erdem Gül de tutuklandı.

Üstelik şimdiye kadar sahip çıkmadığın Mehmet Baransu ile aynı gerekçeler ve aynı amaçla tutuklandı.

Silivri Cezaevi, Saray’a biat etmeyen gazeteciler için toplama kampı haline geldiğini görmüyor musun?

Sen, ben, o demeden, küçük mahalle hesapları yapmadan bütün hukuksuzluklara karşı omuz omuza verme zamanıdır, farkında değil misin?

Bütün bunlardan sonra neler olup bittiğini hala anladıysan,

Cumhuriyet gazetesine kayyım atanıp, başına da bir 'yandaşı' getirdiklerinde anlarsın…

Erkam Tufan Aytav






25 Kasım 2015 Çarşamba

Ülkeyi savaşa sokuyorsam ben sokuyorum size ne!


Ülkeyi savaşa sokuyorsam ben sokuyorum size ne!

Böyle bir hali var ‘Başkomutanın’.

Bu çılgınlığı kendi iradesi ile mi yapıyor bundan emin değilim.

Sanki uluslararası bir gücün onayını alarak yaptı gibime geliyor.

Eğer böyleyse durum çok vahim demektir. 

Güvendiğiniz o güç size bir olta atar ve siz oltayı yutarsınız. Arkası da çorap söküğü gibi gelir.

Bakın tarihten size iki örnek vereyim.

Osmanlı’ya Almanya Rusya’yı ‘vur koçum merak etme’ demişti. İttihatçılar da vurmuştu. İşin finalinde Osmanlı işgal edilmiş ve İttihatçılar da ülkeden kaçmışlardı.

Saddam’a Kuveyt’e ‘gir koçum merak etme’ demişti ABD. Saddam da o güvenle girmişti. Finalin ne olduğunu gayet iyi biliyorsunuz. Ülke elden gitti ve Saddam yakalandığı delikte son fotoğrafını verdi.

Başkomutan umarım bu tarihi tecrübeleri dikkate alarak bu işe girmiştir.

Benden dost uyarısı diyeceğim ama aramızda bir dostluk olmadığı muhakkak.

Neticede aynı gemide yaşıyoruz. Gemi batarsa hepimiz boğuluruz.

Benden uyarması…

***

Dalaştığınız Rusya ise dikkat edeceksiniz.

Rusya bugün süper güç olmasa da refleksleri o yöndedir.

Onurunun kırılmasından hoşlanmaz.

Peki, ne yapar?
1. Doğal gazı kesmez. Ama doğal gaz hatlarında bu kış ‘ciddi arızalar!’ çıkar ve ne yapayım gaz veremiyorum der. Bu durumda kaçağınız ülke Rusya’nın müttefiki İran’dır. İran’dan da gaz değil hava alırız. 

Soğuktan donan halk ta Enerji bakanı Damat Berat Paşa’ya ne iş diye sorar.

Bu soruya o zaman ne cevap verir bilinmez.

2.  Rusya, Türkiye’den bütün ithalatını keser. Turist göndermez. Bunun sonucunda ekonomimiz perişan olur.
3. PKK'ya desteğini arttırır.

Yani Rusya'nın elinde epey koz var. 

İyi de hava sahamızı işgal etmelerine müsaade mi edecektik?

Elbette hayır.

Madem bugün grup konuşmasında Sayın Davutoğlu’nun dediği gibi Rusya ile dost ve müttefik ülkeyiz.

O zaman uçağı vurmayacaktın.

Nemi yapacaktık?

Mesela Rus uçağını taciz edebilirdik.

Mesela Rusya’ya nota verebilirdik.

Mesela konuyu uluslararası arenaya taşıyabilirdik.

Ama uçağı vurduk.

Hükümet pabucun pahalı olduğunu gördü ki bugün Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu Rus mevkidaşı Lavrov’u arayarak üzüntülerini bildirdi.

Ama badel harübül basra!



23 Kasım 2015 Pazartesi

İslami mahallenin para ve iktidar ile dansı

İslami mahallenin para ve iktidar ile dansı

Sosyolog Nilüfer Göle İslami kesimde kültürel kalitenin bu kadar düşebileceğini tahmin etmiyordum diyerek hayal kırıklığını dile getirmiş.

Bu hayal kırıklığı sadece Sayın Göle’de yok. Türkiye’de olan biteni gören herkeste var.

Toplumun büyük bir kesimi ‘dindarların’ insan kalitesinin bu kadar düşük olabileceğini, bu kadar ahlaktan yoksun olabileceklerini tahmin etmemişti.

İktidar ve parayla ilk defa tanışan İslami kesimin lehimlerinin kolayca eriyeceğini, güç sarhoşluğuna düşeceklerini ve bu sınavı kaybedeceklerini tahmin etmeliydik.

Bunu biraz açayım.

Ezilmiş toplumların para ile iktidar ile olan tanışması çoğu zaman problemli olmuştur.

Ezilmiş toplumlar iktidara geldiklerinde reaksiyoner ve rövanşist olurlar.

Gücü ele geçirince geçmişe ait bütün öfkeler, intikam duyguları ortaya dökülür ve kendilerine yapılanları bu sefer kendileri yapmaya başlarlar.

Geçmişte biriktirdikleri öfke en büyük motivasyon kaynaklarıdır. İkinci motivasyon kaynağı da sistemden pay alma heyecanıdır.

Sistemden pay alma heyecanını ‘Allah için kurban, küp için kavurma’ şeklinde özetleyebiliriz. 

Bir taraftan ‘cihat etme’ heyecanını yaşarken bir taraftan da ihalelerle, devletin her türlü imkanları ile palazlanırlar.  

Yıllarca devleti başkaları yemiştir. Artık yeme fırsatı kendilerine gelmiştir.

Ezilmiş toplum için bunun adı rövanştan daha ziyade ‘adalettir’.

Heyecan o kadar büyüktür ki iftira, hakaret, tehdit, adam kayırma, iltimas, irtikâp ‘adaletin tecelli etmesi’ için rahatlıkla kullanılabilir.

Böylelikle sistemin yeni zalimleri hemen oluverirler.

Adalet olarak tanımladıkları bütün zulümleri yaparken önlerine kim çıkarsa yıkıp geçerler.

Çünkü önlerine çıkanlar kendilerine ihanet eden kitlelerdir ve imha edilmesi gerekir. ‘Devletin bekası’ veya mutlak adaletin tesisi uğruna öldürülmesi gereken evlatlardır onlar.

Cumhuriyet dönemi boyunca sürekli horlanan, itilen, gerici diye aşağılanan bu kesimin ‘siyasal İslam’ rehberliğinde iktidarı ele geçirmesinin tabii sonucudur bu.

Bugün bu yaşananlar karşısında şaşırmamalıydık.

Perşembenin gelişi Çarşambadan belliydi.


Erkam Tufan Aytav

18 Kasım 2015 Çarşamba

Kendi vatanında kendini Suriyeli gibi hissetmek…


Kendi vatanında kendini Suriyeli gibi hissetmek…

Bilmiyorum siz de benimle aynı duyguyu paylaşıyor musunuz?

Türkiye bir süreden beri toplama kampına dönüştü.

Bu toplama kampında sadece Suriyeliler yaşamıyor artık.

Öz vatanında garip, öz vatanında paryalar da yaşıyor.

Temel insan haklarının ayaklar altına alındığı,

Proje mahkemeler ile insanların keyfi bir şekilde tutuklandığı,

Şirketlerine el konulduğu,

Medyanın susturulduğu,

Biat etmeyen herkesin tehdit edildiği,

Masum insanların terörist diye hapse atıldığı,

Bağımsız yargının kalmadığı

Bir ülke oldu artık Türkiye.

Sabah nasıl uyanacağınızın artık garantisi yok.

Her an gelip sizi birileri alabilir.

İş yerinize çökebilirler. 

Yani tamamen muktedirlerin insafına kalmış durumdasınız.

Bu sebeple kendimi öz vatanımda toplama kampında yaşıyormuş gibi hissediyorum.

Halkın %51’inin duygusunun bu yönde olduğunu tahmin etmek hiç zor değil.

%51, %49’dan nefret ettiği gibi, %49 da, %51’den nefret ediyor.

Felaket tellallığı yapmak istemem ama bu iyi bir gidişat değil.

Ülke hızla uçuruma gidiyor.

Toplum çok büyük patlamalara gebe demek için kâhin olmak gerekmiyor.

Eğer bir ülkede yöneticiler hukukun dışına çıkmayı adet haline getirmişlerse ve hak aramak imkânsız hale gelmişse bu hukuksuzluk hızla topluma yayılır.

Herkes kendi yöntemleri ile hak aramaya başlar.

İşte o zaman Türkiye ateş topuna döner.

Kendilerini olduğu kadar ülkeyi de ateşe atıyorlar.

Bunu bilerek mi yapıyorlar yoksa bilmeyerek mi işte ondan pek emin değilim.

Necip Fazıl gibi ‘durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak’ demek istiyorum.  

Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak! 
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak: 
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden, 
Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden, 

Tabii anlayana.

Erkam Tufan Aytav


9 Kasım 2015 Pazartesi

AKP/Perinçek koalisyonunda son söz sahibi kim?

AKP/Perinçek koalisyonunda son söz sahibi kim?

Bugün Gazetesi’ne Aydınlık Gazetesinden transfer olmuş.
Aydınlık’ın istihbarat şefini, Bugün istihbarat şefi yapmışlar.
Bakın Star’tan, Yeni Şafak’tan değil. Aydınlık Gazetesinden.
Peki şaşırdık mı?
Hayır şaşırmadık.
Zaten bir süreden beri AKP/Perinçek koalisyonunun varlığını biliyorduk.
Balyoz darbecilerinin ‘ak’lanması,
Ergenekon yapılanmasının ‘ak’lanma sürecinde olması,
Beyaz Toroslu Jitem’in ‘ak’lanıp beraat etmesi
Hizmet Hareketinin üzerine topyekûn gidilmesi,
Bunun en açık göstergesiydi.
Bu koalisyonun varlığından kimsenin şüphesi yoktu. Neredeyse herkes hem fikirdi.
Burada tartışma konusu olan bu değil, şu;
Bu nasıl bir koalisyon? Bu koalisyon eşitler ilişkisi üzerine mi yürüyor yoksa biri diğerini mi yönetiyor?
Perinçek’in son açıklaması bize bu konuda ışık tutabilir.
Ne demişti Perinçek; ‘AKP, Vatan Partisinin mevzisine geldi’.
Hmm, bu önemli bir açıklama.
Benim kanaatim Perinçek ile sembolize ettiğim koalisyon tarafının son söz sahip olduğu noktasında.
Perinçek’in yukarıdaki açıklaması bizi ikna etmedi, başka delilin nedir diye sorsanız cevabım hazır.
Bakın Bugün gazetesine istihbarat şefi olarak atadıkları Aydınlık gazetesi İstihbarat şefi Ceyhun Bozkurt nasıl biri?
Attığı twitler fikir verebilir. 
Bakın neler demiş Bugün'e atadıkları Ceyhun Bozkurt;






Şimdi soruyorum;
Erdoğan’a ve AKP'ye böyle hakaret eden birinin Kayyum tarafından atanması mümkün mü?
Normalde mümkün değil, ama atandı işte.
Peki, bu nasıl mümkün hale geldi peki?
Hiç dikkat ettiniz mi?
Aydınlık’ta AKP aleyhine bir sürü haber çıkıyor.
Niye havuz medyasında bu koalisyon ortakları aleyhine tek bir kelime yok? 
Öyle anlaşılıyor ki, AKP’nin koalisyon ortakları dümenin başında ve gıklarını çıkaramıyorlar.
Demek kuyruklarını çok fena kaptırmışlar.
Bunun başka bir izahı var mı peki?

8 Kasım 2015 Pazar

Ne yani Doğan Grubuna mı sahip çıkacağız?


Ne yani Doğan Grubuna mı sahip çıkacağız?

Bir süreden beri Saray tetikçileri Aydın Doğan ve Doğan grubu hakkında demediklerini bırakmıyorlar.

Açık açık tehdit ediyorlar,

Yeri geliyor Hürriyet’in cam çerçeve ne varsa indiriyorlar,

Yeri geliyor yazarını dövüyorlar,

Gerekirse Hürriyeti yine basar yine döveriz diyorlar,

Şu, şu, şu yazarları derhal işten atacaksın diyorlar,

Ey Aydın Doğan, bundan böyle seni biz yöneteceğiz diyorlar,

Peki, bu durumda AKP’li olmayan ama Doğan Grubu ile de bir bağlantısı olmayan ben ve benim gibi milyonların tavrı ne olmalı?

Elbette Doğan Grubundan yana olmalıyız.

Ne yani Ergenekon’un her daim savunuculuğunu yapan Doğan Grubuna mı sahip çıkacağız?

Evet.

Balyozcuların avukatlığını yapan Doğan Grubuna mı?

Evet.

17/25 Rüşvet ve Yolsuzluk soruşturmasını yapan polis, hâkim ve savcılara sahip çıkmayan Doğan Grubuna mı?

Evet.

Tomalarla, silahlarla eğitim yuvaları, kreşler dahi basılırken sesini çıkarmayan Doğan Grubuna mı?

Evet.

Koza İpek grubu basılırken, Bugün gazetesinin üzerine çökerlerken, BugünTV’nin ekranı karartılırken gıkını çıkarmayan Doğan Grubuna mı?

Evet.

Hizmet Hareketi hakkında Fethullahçı Terör Örgütü ifadesini manşetlerinden büyük bir keyifle kullanan Doğan Grubuna mı?

Evet, evet, evet.

Evet, sahip çıkacağız.

Basın özgürlüğünden yana olacağız.

Zulüm kime yapılırsa ona sahip çıkacağız.

Yesinler birbirlerini deme alçaklığına düşmeyeceğiz.

Ve Doğan Grubunun haklarını sonuna kadar savunacağız

Tabii teslim olup, biat edinceye kadar. 

Vesselam


5 Kasım 2015 Perşembe

Kerbela yaşanırken Müminler neredeydi?

Kerbela yaşanırken Müminler neredeydi?

Halkın %49.48’i AKP’ye oy verdi.

Oy verme amacı her ne olursa olsun, bilerek veya bilmeyerek

Hırsızlıklara,

Rüşvete,

Sırf biat etmedi diye şirketlerin üzerine çökmelere,

Şehit annesine hakaret edilmelere,

Şehit babasına karaktersiz denmesine,

Hayırsever insanların burs verdiği için tutuklanmalara,

Hırsızı yakaladığı için polis, hâkim ve savcıların hapse atılmalarına,

Reza’nın önüne yatmalara,

Rüşveti önden verenlerin baş tacı edilmelerine,

Yandaş müteahhitlerin teftiş edilmeyen maden ve inşaatlarında yaşanan cinayetler için hesap sorulmamasına,

Daha pek çok zulme onay anlamına geldi bu verilen oylar. 

Ne kadar da çok benziyor Kerbela’da yaşananlar karşısında Müslümanların durumuna.

Kerbela, Yezid'ten ibaret değildir. 

İşbirlikçiler vardır. 

Hz. Hüseyin ve Ehli Beytten 72 kişi şehit edilirken nerededir Ümmeti Muhammed?

Şam’da, Kufe’de, Mekke’de, Medine’de…

Nerededir?

Neden Yezid’e karşı, zulme karşı direnmemişlerdir?

Yoksa Yezid’in yaptıklarını onaylamış, Hz.Hüseyin de biat etseydi mi demişlerdir?

Zulmediyor ama çalışıyor demiş olabilirler mi acaba?

Yoksa kulaklarının üstüne yatıp, kayıtsız mı kalmışlardır?

Yoksa korkudan masanın altına mı saklanmışlardır?

Cevabı her ne olursa olsun neticede Hz. Hüseyin ve 72 Ehlibeyt göz göre göre katledilmiştir.

Bir tek kişi çıkıp ta 'ne oluyor' dememiştir.

Ve bu utanç kıyamete kadar Ümmeti Muhammedin boynundadır.

Ne kadar da çok benziyor Kerbela’da yaşananlar karşısında Müslümanların durumuna.

Nasıl Sünni dünya bu utancı hatırlamamak için Kerbela’yı anma takvimine bile almadıysa,

Bugün yaşananları da bugünün zulmüne oy vererek bilerek veya bilmeyerek onay veren müminler de hatırlamak istemeyecekler,

Çocukları bugünleri sorduğunda hep lafı değiştirecekler,

Ama bu utanç onları dünyada da ahirette de yakalarını bırakmayacak.

Hesap gününe kadar takip edecek.

Unutmayın Ne Yezid, ne Nemrut, ne de içinde yaşadığımız zamanın Hitler ve benzer zalimleri arkalarına işbirlikçi bir kitleyi almadan bu zulümlerini asla yapamazlardı. 

Güçlerini hep bu işbirlikçilerinden aldılar. 

Almaya da devam ediyorlar. 


Erkam Tufan Aytav


Bu yazım üzerine soruşturma açacak savcıya not:
Bu yazımda kimseye Yezid demiyorum. Benzerlik zulüm karşısındaki %49’un kayıtsızlığı ile alakalıdır. Kimse üzerine alınmasın. Yok, illa birileri üzerine alınacaksa o da benim problemim değil.