20 Mayıs 2010 Perşembe

Diyarbakır çay ocaklarında neler konuşuluyor?

Diyarbakır çay ocaklarında neler konuşuluyor?

Önceki gün değerli dostum şair yazar Bejan Matur’un davetlisi olarak Diyarbakır’a gitme fırsatı buldum.
Bejan Matur’un şiir ve fotoğraflarla Diyarbakır’ı anlattığı Doğunun Kapısı Diyarbakır adlı kitabının tanıtımı için buradayım. Kültür Sanat Vakfı olarak oldukça değerli bir eser ortaya koymuşlar.
Kitabın tanıtım resepsiyonu vakfın tarihi binasının avlusunda gerçekleşti. Katılım oldukça fazla olmakla birlikte DTP’nin orada bulunmaması oldukça ilginçti.
Bu Diyarbakır’a ikinci gelişim. Daha öncede bir yazımda bu utancımı dile getirmiştim. Surları gezerken bir Diyarbakırlı çocuk beni göstererek turistler gelmiş demişti. Çocuk çok haklıydı. Turist gibiydim, ayıbımı yüzüme vurmuştu. İyi de yapmıştı.
Her gittiğimde Diyarbakır bir gül gibi biraz daha açılıyor ve bana kendisini biraz daha gösteriyor.
Resepsiyonda herkesin ilgi ve sevgi gösterdiği yaşlı bir çift dikkatimi çekti. Hemen tanıştım. Sıtkı amca ile Bayzar teyze meğerse Diyarbakır’ın son Ermenileri imiş. Evet, son Ermenileri, yani ölüp gitseler başka ermeni kalmayacak koca şehirde. Kılık kıyafetleri ve konuşmaları ile tam Diyarbakırlılar. Konuşma esnasında amcanın ‘hay babana rahmet’ demesi var ki bayılırsınız. Konuştukları dil Kürtçe ve Türkçe. Elde de tespih, başta kasket ve bıyık. Süryani cemaatine bağlı Meryem Ana Kilisesinin avlusunda yaşayıp gidiyorlarmış.
Bejan hanımdan öğrendiğime göre 1900’lü yılların başında şehir merkezinin %60 ı gayrı Müslim imiş. İşte şimdi kala kala Ermeniler adına bu yaşlı çift kalmış. Süryani nüfus ise bütün Diyarbakır’da 40/50 kişi kadar olduğu söyleniyor. Tabii Diyarbakır’da yaşayan binlerce gayrı Müslim’in sırf keyfleri için, şehri terk ettiklerini söylemek herhalde imkânsız.
Kaçmak zorunda kalan Ermenilerin mallarına ve topraklarına kimler el koymuş ayrı bir yazı konusu.
Tayyip Erdoğan’ın ‘yıllarca farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Bu aslında faşizan yaklaşımın sonucuydu’ ifadesi ile CHP`li Elekdağ’ın, geçmişte etnik kökenleri nedeniyle yurt dışına çıkarılan kimseyi hatırlamadığını ifadesini, mevzu mübadele olsa da buraya yorumsuz yerleştireyim ve bu konuya hiç girmeden Diyarbakır gözlemlerime devam edeyim.
Şehirde çay ocakları halkın nabzını yoklamak için en önemli zeminler. Ama hangi çay ocağına kimler takılıyor önce bunu iyi bilmek lazım. Zira siyasi görüşleri açısından farklı farklı çay ocakları var.
Ben de o çay ocağı senin bu çay ocağı benim gezdim durdum. Sonuçta bol bol çay içip notlar tuttum.
Öncelikle şunu belirteyim ki hangi çay ocağına giderseniz gidin Diyarbakırlı olmanın getirdiği sıcak ev sahipliğini derinden hissediyorsunuz. İkinci ortak paydayı ise bir dokun bin ah işit kâseyi fağfurdan şeklinde özetlemek mümkün. Dertli sölegen olur diye bir söz vardır, aynen öyle.
Bir çay ocağında vatandaşlar ile sohbet ederken ‘konuşmanızda neden dağdakilere terörist demiyorsunuz dikkatimi çekti diye sorudum. Sigaradan bıyıkları sararmış amcanın cevabı oldukça ilginçti. ‘Bu devlet meşru kültürel haklarımızı versin gene terör yapıyorlarsa o zaman hep birlikte terörist diyelim’ dedi. Tabii birde herkesin bir şekilde tasvip etse de etmese de bir yakının dağda olduğunu da düşünmek lazım. Aynı zamanda cibilli bir sahiplenmeyi de hissediyorsunuz.
Peki, dağda öldürülenlerin sünnetsiz çıkmasına ne diyorsunuz sorusuna da cevap hazır; ‘bu tamamen devletin propagandası’. Nasıl yani yok mu böyle bir şey değince de, imam olan akrabasını örnek veriyor. Çatışmada öldürülen PKK’lının cenazesini yıkayan imama devlet adına birileri baskı yapmış, zorla sünnetsiz dedirtmek istemişler. Çay ocağı sakinleri fakirlikten sünnet olamayan pek çok Kürt çocuğunun olduğunu da ekliyorlar. Bu çocukların çoğu askerde sünnet oluyormuş.
Diyarbakır sokaklarında gezen araba plakalarının çoğunun 06 yani Ankara olması dikkatimi çekti. Neden diye sorduğumda devlete yakın gözükme dürtüsü diye cevap aldım. Hemen bir fıkra anlattılar. Ama fıkra müstehcen olduğu için biraz üstü örtülü ve kısa anlatacağım.
Bir gün köye nüfus planlaması ekibi gelmiş. Kocası evde yokken kadına spiral takmışlar. Adam akşam eve geldiğinde kadın olanları anlatmış. Kocası sormuş ne o spiral dedikleri diye. Kadın şu uzunlukta bir tel demiş. Kocası hemen tepki göstermiş ‘eyvah devlet bizi dinleyacak” diye. Günlerce adam karısına ‘yaklaşamamış’. En sonunda canına tak etmiş. Karısının yanına sokularak ‘ne mutlu Türküm diyene’ diye bağırmış.
Şehirde iki dilli hayat başlamış gözüküyor. İlanlar, afişler hep Kürtçe ve Türkçe. Laf geldi çattı TRT Şeş’e; genellikle beğeniliyor. Ama PKK yanlıları; korucu tv veya TRT Şaş diye isim takmışlar. Şaş, yanlış veya şaşı anlamındaymış galiba.
Yolum meşhur Şevket’in çay ocağına da düştü. Daha çok muhafazakâr kesimin takıldığı bir çay ocağı. Müdavimlerinin tahsil seviyesi de epey yüksek. Pek çoğu üniversite mezunu. Eski, dar bir sokakta bulunan bu çay ocağı, oraya takılanların ifadesi ile salaş bir yer. Ama buradan vazgeçemiyorlar. Dar bir merdivenden damına çıkıyoruz. Kuşlar, kediler ve antenler içinde tabureler üstünde sohbete dalıyoruz.
Camında sararmış bir gazete kupürünün yapıştırıldığını görüyorum. Aynen şöyle diyor,
Taraf gazetesi çalışanlarını en kısa zamanda çay içmeye davet ediyoruz. İmza; Şevket’in çay ocağı müdavimleri.
Bu ilanı 2008 de vermişler Taraf gazetesine. Sordum o gün bu gündür gelen yokmuş Taraftan. Diyarbakır’da en çok satan ilk üç gazete Taraf, Zaman ve Sabah imiş. Taraf’ı çok beğeniyorlar. Problemlerimize karşı çok duyarlı, Ahmet Altan bir yönden bize çok uzak olmakla birlikte pek çok muhafazakâra göre bize daha yakın diyorlar. Taraf’ın sıkıntıda, kapanma ihtimali var duyumunu almışlar, eğer kapanırsa burada toplu intiharlar gerçekleşebilir diye espri tonlu üzüntülerini dile getiriyorlar.
Medyanın bir kesiminden ise hiçbir ümitleri yok. Ama muhafazakâr medyadan çok dertliler. Filistin’e gösterdikleri ilgiyi buraya göstermiyor diyorlar. Konuşmalarında ayrıca hem dindar hem Kürt olmalarından kaynaklanan çifte kavrulmuşluk duygusunu da hissediyorum.
Gidebildiğim ve görebildiğim kadarı ile Diyarbakır’da bütün çay ocaklarında ortak söylem;
• Derhal ateşkes, sonra af. Arkasından da hemen kültürel haklar.
• PKK’nın bağımsız devlet talebinden başlayıp, laik demokratik devlet içinde var olma söylemine kadar geldiği, bunu değerlendirilmesi gerektiği.
• Türkiye tarihi bir fırsat yakaladı, değerlendirmeli.
Dinlediklerimden ve izlenimlerimden yazacak daha o kadar çok şey var ki. Ama yazımı burada noktalamak durumundayım.
Söylenenleri aynen aktardım. Yorum sizin.

Erkam Tufan Aytav

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder