20 Mayıs 2010 Perşembe

Pribadi

Pribadi

Sanki kucakladığı, sımsıkı sarılıp ağladığı bir hafta önce ölen biricik oğlu Pribati idi.

Hıçkıra hıçkıra ağlıyor daha henüz tanıdığı Türk gencini kolları arasından bırakmak istemiyordu.

Nasıl ağlamasındı ki.

O tek evladı idi. Doğduğunda eşi ile birlikte ne kadar sevinmişlerdi. Dünyalar onların olmuştu.

Adını Pribadi koymuşlardı. Adının anlamı gibi her şeyi özel olacaktı.

Artık hayatını Pribadiye göre planlamalıydı. Milletvekili idi. Devlet nezdinde ciddi nüfuz sahibi idi. Hatırı sayılır birikimi de vardı. Varı yoğu her şey artık onun içindi.

Pribadi daha beşikte iken gelecek planları yapıyor, hangi okula göndereceğini, nasıl bir iş sahibi yapacağını, hangi çevreler ile tanıştıracağını, nasıl evlendireceğini… Evet her şeyini planlamıştı. Onun her şeyi özel olmalı idi tıpkı adı gibi.

1993 yılı onun için hayatı boyunca hiç unutamayacağı bir yıl olacaktı.

Pribadi sekiz yaşına basmıştı. Her şey çok güzel gidiyordu. Taki o kara gün gelinceye kadar.

Pribadi’yi kaçırmışlar ve öldürmüşlerdi.

Biricik evladını, canını ciğerini, hayallerini, her şeyini kaçırmışlar ve öldürmüşlerdi.

Dünya başına yıkılmış, hayatının anlamı gitmişti. Bu acıya nasıl dayanacaktı. Ne büyük bir acı, ne büyük bir imtihandı bu Ya Rabbi.

Taziyeye gelmiş Türk gencine sımsıkı sarılmış ve kollarından bırakmak istemiyordu.

İşte bu sarılma anının kader açısından ne anlama geldiğini, nasıl bir dönüm noktası olduğunu ne Eyüp Bey ne de o Türk gençleri henüz bilmiyorlardı.

Üniversitede okumak üzere Endonezya’ya gelen üç genç, kısa zamanda dostluklarını ilerlettikleri ev sahibinin istediği üzere taziye için acılı baba Eyüp Şerafettin’in evine gelmişlerdi.

Acısını yürekten paylaşmışlar, birlikte gözyaşı dökmüşlerdi.

Bir an önce üniversiteyi bitirip Endonezya’nın başkenti Cakarta’da bir eğitim yuvası açmak gibi hayalleri vardı.

Eyüp bey ile kurulacak derin dostluğun tohumları o taziye gecesinde atılmıştı.

Günler ve aylar geçiyor ve Eyüp Bey artık bu gençlerin hamisi olacaktı.

Zamanın hızla akması Eyüp beyin yüreğindeki evlat acısının küllenmesine yardımcı olmuyordu.

Bir gün Cakarta’daki ofisine gene bu gençler gelmiş Türkiye’den misafirlerinin geleceğini okul açmak için girişimlerde bulunacaklarını kendisine bildirmiş, misafirler ile ilgilenip okul açımı için yol göstermesini rica etmişlerdi.

Ancak Tayvan’a bir işi vesilesi ile gitmesi gerekiyordu. Üzülerek iş programını değiştiremeyeceğini ifade etmişti.

Gözü arkada da olsa Tayvan’a gitti. Otele yerleşti.

O gece biricik oğlu Pribadi rüyasına girmişti. Kendisine diyordu ki;

-‘Babacığım misafirler Türkiye’den okul açmak için Endonezya’ya geliyorlar, senin Tayvan’da ne işin var’.

Rüyanın etkisi ile gece yarısı kan ter içinde uyanıyor ve canım oğlum diye hüngür hüngür ağlıyor, Türkiye den okul açmak için Endonezya’ya geliyorlar senin Tayvan’da ne işin var’ sözü adeta beyninde çınlıyordu.

Derhal ilk uçak ile Endonezya’ya dönmüştü.

Eyüp Bey uçaktan iner inmez Türkiye’den gelen misafirleri bulmak oluyor. Büyük bir mahcubiyet ile onları kucaklıyor, rüyasını gözyaşları içinde anlatıyor, Tayvan’a gidişi için özür diliyor.

Hep beraber gözyaşı döküyorlar.

Pribadi’nin rüyada gelen vasiyeti üzerine Eyüp Bey canını dişine takıyor derhal bir okul binası buluyor. Okulun açılışı için bütün çevresini seferber ediyor.

Eyüp Bey bu sevgi okullarının mimarı Fethullah Gülen ile tanışmayı çok arzu ediyor. Bir gün nasip oluyor ve ziyaretine gidiyor. Cebinden hiç ayırmadığı sevgili oğlu Pribadi’nin fotoğrafını Hocaefendiye gösteriyor.

-“hocam oğlumun durumu ahirette nasıldır? Ona dua lütfeder misiniz” diyor.

Hoca efendi fotoğrafa uzun uzun bakıyor ve

-“Pribadi’nin duaya ihtiyacı yok” diyor, acılı babayı teselli ediyor.

Ve ekliyor; ‘Okulun adı da Pribadi olsun’.

Artık dünyalar onundur.

Allah ona bir çocuğuna mukabil binlerce çocuk vermiştir.

Yıllar önce evine taziyeye gelen ve sımsıkı sarıldığı o gençleri artık hiç bırakmayacaktır.

Aradan yıllar geçmişti. 2008 in Mart ayında Türkçe olimpiyatlarının ülke finali için Birikim dergisi yayın yönetmeni Ömer Laçiner ile Endonezya’ya gitmiştik.

Finalin yapılacağı okulun girişinde 8 yaşlarında dünya güzeli bir erkek çocuğun fotoğrafı duruyordu. İşte o Pribadi idi. Buğulu gözler ile çok uzaklardan sanki bize bakıyordu.

O güzel, sevimli yüzü seyrederken okulun müdürü bir beyefendi ile yanımıza geldi ve tanıştırdı.

-“İşte Pribadi’nin babası Eyüp Bey.

Yıllardır tanışıyormuşçasına kucaklaştık ve birlikte ağladık.


Erkam Tufan Aytav
24 Mar. 08

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder