20 Mayıs 2010 Perşembe

Yaşadığımız coğrafyanın yeniden keşfi aslında kendi kimliğimizin de yeniden keşfi olacaktır.

Yaşadığımız coğrafyanın yeniden keşfi aslında kendi kimliğimizin de yeniden keşfi olacaktır.

Türkiye nereye aittir? Doğuya mı? Yoksa Batıya mı? Bu soruya verebileceğimiz tek bir yanıt var. O yanıtta şu; Nereden baktığınıza bağlı.

Doğudan bakılınca batılı gibi, batıdan bakılınca doğulu gibi duran, ancak bununla da kalmayıp kuzeyden batığınızda güneyli gibi, güneyden batığınızda da kuzeyli gibi duran garip bir ülkeyiz. Bir türlü bir yere oturtamıyoruz. Kafamız çok karışık.

Peki, illa bir yere ait olmak zorunda mıyız? Bizi biz yapan aslında bu kültürel zenginlik değil mi? Hem Avrupalıyız, hem Ortadoğulu, hem Avrasyalı.

Osmanlı’dan buyana gözümüzü devamlı Avrupa’ya diktik. Biraz da buna mecbur kaldık. Batı karşısında ezilmemek için can havliyle batılılaşma çabasına girdik.

Askeriyenin modernizasyonu ile başladı süreç. İlber Ortaylı’nın dediği gibi yoksa oturup da böyle Volter okuyup, bunlar da ne iyi adamlarmış biz de batılı olalım diye, ya da Rembrand seyredip işte bunlar da böyle iyi ressamlarmış biz de böyle olalım diye kalkıp da batıyı seçmedik. Ezilmemek için biz batılılaşmak mecburiyetindeydik.

Bu bitmeyen süreç Avrupa birliği uyum yasaları ile hala devam ediyor. Ne zaman biter bu yolculuk bilinmez.

Tek yol ve yön olarak hep batıyı gördük. Yaşadığımız coğrafyayı ve bu coğrafya ile olan tarihsel ve kültürel bağlarımızı ihmal ettik. Hatta reddettik.

Neydi o reddettiğimiz o coğrafya. Balkanlar, Kafkasya, Slav dünyası, Ortaasya kısaca Avrasya ve Ortadoğu.

İlber Ortaylı bir konferansında asırlarca liman şehrimiz olan Hayfa’nın haritadaki yerini bilen kaç aydınlarımız çıkar demişti? Peki ya Şam. Halep orada ama arşın burada. Peki, Halep’i bilen kaç kişi çıkar?

Ortadoğu’yu şimdilik bir kenara bırakıyorum. Gelelim Avrasya’ ya. Kuzey komşumuz Ukrayna’dan iki şehir ismi sayalım. Olmadı mı? O zaman Gürcistan’dan Tiflis dışında iki şehir ismi söylemeye kalkalım. Gene olmadı. Peki, Can Azerbaycan hakkında ne biliyoruz. Oradan da Bakü dışında başka şehir ismi sayamaz mı Üniversite mezunlarımız?

Ama pekâlâ Fransa’nın caddelerine kadar biliriz. ABD’yi eyalet eyalet sayarız değil mi?

Bu kadar ajitasyon yeterli.

Bütün bu kışkırtıcı cümlelerden amacım bir problemi bütün çıplaklığı ile ortaya koymak içindi.

Sovyetlerin dağılması üzerimizdeki hipnozun da dağılmasına sebebiyet verdi. Yaşayıp ta farkında olmadığımız coğrafyamızı yeniden keşfetmeye dünyanın batı ve NATO’dan ibaret olmadığını, etrafımızın düşmanlar ile çevrilmediğini yavaş yavaş anlamaya başladık.

Ancak bu noktada batıcı söyleme mukabil ulusalcı/ Avrasyacı başka bir söylem karşımıza çıkmaya başladı. Batıya sırtımızı dönmeli, yeni düşmanı doğuda değil de batıda aramalı idik.

Batının rencide edici tavırları muhafazakârlarımızı Osmanlı geçmişine olan özlemlerini arttırırken ulusalcılarımızı da Avrasyacı olmaya itti.

Maalesef Avrasya’ya sakin bakabilme yetisine sahip insanlar topluluğu değiliz. Konuya ya Batı düşmanlığının savurduğu pencereden ya Turancılıktan, ya da Rus düşmanlığından bakmak Avrasya ile olan ilişkilerimizi istenilen seviyeye getiremedi. Buna birde ağabeylik kompleksini de eklemeli.

Türkiye çok yönlü dış politikanın gereği olarak Avrasya ile ilgilenmeli ve açılımlar yapmalıdır. Avrasya’ya dönmek Avrupa’ya sırtımızı dönmek anlamına gelmez. Türkiye’nin bölgesel güç olması buna bağlıdır.

Bu açılımlarda tek başına siyasetin yaptıkları ve yapacakları gözümüzü boyamamalıdır. Avrasya ile olan ilişkilerimiz halen Mevsimlik Yağmurları andırıyor. Erdoğan’ın Putin ile Nazarbayev ile Aliyev ile samimi pozları sık sık veriyorlar. Bu güzel bir durum. Böyle de olması lazım. Ancak bu durum beraberinde her şeyin iyi ve yolunda olduğu ilüzyonunu doğuruyor. Örneğin Türk-Rus ilişkilerinde bir gün Sn. Erdoğan ve Sn. Putin iktidardan ayrıldıklarında onların yerine gelecek liderlerin de aynı samimi yaklaşımı devam ettirebileceklerinin ise garantisi yok.

Avrasya ile kurulacak sağlam ilişkiler ekonomik ve kültürel işbirlikleri ile mümkündür.

Sovyetlerin dağılmasından bu güne kadar Avrasya ile en sağlam ve kalıcı köprülerden biri Sayın Fethullah Gülen’in yönlendirmesi ile Türk işadamlarının açmış olduğu okullar oldu.

Kültürel ilişkilerimizin geliştirilmesinde uluslar arası bir NGO olan Diyalog Avrasya Platformu bu konuda büyük rol üstlendi. Azerbaycan, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, Moğolistan, Özbekistan, Rusya Federasyonu, Tacikistan, Türkiye, Türkmenistan ve Ukrayna’da o ülkelerin aydınlarından oluşan milli komiteler kurdu. Kültür adamlarını bir araya getirdi. Platform bu güne kadar pek çok ortak projeye imza attı. Bunların içinde en önemlisi Rusça Türkçe olarak yayınlanan İstanbul, Moskova ve Almatı’da baskısı olan DA Dergisidir. Dergi halen bölgenin en itibarlı dergileri arasında yer almakta.

Entelektüellerimiz, kültür adamlarımız, iş adamlarımız Avrasya’ya ilgi duymak zorundadır.

Mühendislerimizin, mütahitlerimizin iş bulacağı yerler zaten Avrupa olmayacaktır. Bizim aslında temasta bulunacağımız yerler tabiî ki en başta Rusya, Ukrayna, Orta Asya’daki cumhuriyetleri olacaktır.

Avrasya’nın halen en büyük gücü Rusya’dır. Bu ülke ile olan ilişkilerimizi geçmişten gelen ön yargılar üzerine kuramayız. Rusya’yı ihmal edilerek de Avrasya ile sağlam ilişkiler kurmak mümkün değildir.

1475’de başlayan ve 530 yılı bulan komşuluk ilişkilerimiz boyunca 23 yıl savaşmış, 507 yıl barış içinde yaşamışız. Sizce gerçekten 530 yılda 23 yıl savaş çok mu? Daha dün diyebileceğimiz kadar yakın bir tarihte Moskova’ya kadar bütün Rus topraklarını işgal eden Almanya ile Rusya’nın arası öylesine iyidir ki, bu savaş döneminden kimse pek bahsetmez. Ortak çıkarlar doğrultusunda artık daha rasyonel ilişkilere geçmek zorundayız.

Bir Rus dostum iki millet arasındaki yakınlığı ifade etmek adına ‘Ruslar Müslüman olsalardı Türkler gibi olurlardı, Türkler de Ortodoks olsalardı herhalde Ruslar gibi olurlardı’ diyerek çarpıcı bir tespitte bulunmuştu. Ruslar ve Türkler olarak ön yargılarımızı, soğuk savaş dönemi takıntılarımızı bir kenara atınca diyalog kurmanın hiçte zor olmadığını göreceğiz.

Bugün bizi önemli ölçüde yakınlaştıran ekonomik ve siyasi konjonktürün, yarın uzaklaştırabileceğini de hesaba katmalıyız. Bu sebeple kalıcı dostluk ve işbirliği mevsimlik değil, uzun vadeli projelerin hayata geçirilmesi sonunda gerçekleşecektir.

TUSKON’un bölgede gerçekleştirdiği ekonomik açılımları çok faydalı buluyorum. Bu açılımlara her gün bir yenisi daha eklenmeli.

Avrasya ile kucaklaşma zamanıdır. Ortadoğu sırada bekliyor.

Yaşadığımız coğrafyanın yeniden keşfi aslında kendi kimliğimizin de yeniden keşfi olacaktır.


Erkam Tufan Aytav

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder