20 Mayıs 2010 Perşembe

Kültürel kodlarımız ve İdealizm

‘Kültürel kodlarımız ve İdealizm’

İslam öncesi eski Türklerin bir inanışı vardı. Ölen kişi mutlaka memleketine hatta mümkün ise köyüne gömülmeli idi. Yoksa ruhunun rahat etmediğine inanılırdı.

Ancak gerek savaşlar gerekse başka sebeplerden olsun yurdunun dışında vefat eden Türklerin cenazelerinin memleketlerine döndürülmesi ciddi bir problem oluşturuyordu. Sıcaklar ve at üzerinde uzun süren yolculuklarda cenazenin kokması söz konusuydu. Bu sebeple cenaze belli bir süre bekletilip eti kemiğinden ayrıldıktan sonra eti öldüğü yere gömülür, kemikleri ise memleketine getirilirdi.

Cengiz Aytmatov’un cenaze törenine katılmak için geçen sene Kırgızistan’a gitmiştim. Kırgız gazetelerinde cenaze ile ilgili bir cümle çok dikkatimi çekti. O cümle şuydu; “Cengiz Aytmatov’un kemikleri Almanya’dan Kırgızistan’a getirildi”. Aslında getirilen kemikleri değil tabii ki, cenazesiydi. Ancak binlerce yıllık kültür bu gün Kırgızcada ‘kemikleri getirildi’ şeklinde karşımıza çıkıyor. Çok ilginç değil mi?

Gezmeye yaban yahşi, ölmeye vatan yahşi

Türkiye’de de Kırgızistan’da ki ilgili kanun maddesi dışında durum aynı. İslam gibi Türklerin hayatını büyük oranda değiştiren bir dine de girilse, Anadolu gibi ortaasyadan başka bir coğrafyaya göç dahi edilse, bu gün de ölmüşlerimizin cenazesi illa memleketine hatta mümkün ise köyüne getirilir ve defnedilir.

Nazım Hikmet Rusya’da değil de vatanında, Anadolu’da bir köyde çınar altında gömülmek istemişti. Ama kendisine nasip olmadı. Her sene kabrinin taşınması sevenleri tarafından gündeme getirilse de kabri hala Moskova’da. Kültürel kodlar böyle bir şey işte. Binlerce sene de geçse davranış şekilleri kolay kolay değişmiyor. Sağcı da olsanız, solcu da olsanız fark etmiyor.

Vatan bizler için sadece yaşamak için değil aynı zamanda gömülmek için de anlam taşıyor.

Aytmatov Almanya’da hastanede yatarken öleceğini anlayınca oğluna ‘beni vatanıma götürün oraya gömün’ derken vatan sevgisi ile birlikte binlerce yıllık kültürel kodları da ona bunu söyletiyordu.

Dünyanın değişik yerlerinde insanımızın açmış oldukları okulları görme imkânı buluyorum. Binlerce kilometre uzaklarda sınır tanımayan bu eğitim gönüllülerini görmek beni her seferinde heyecanlandırıyor. Fakat gördüğüm başka bir şey daha var ki heyecanlanmanın ötesinde yapılan fedakârlık karşısında beynim donuyor.

Eğitimcisinden esnafına, ondan işadamına kadar eğitim gönüllüleri bulundukları ülkelerde artık genişçe bir mezarlık satın almaya başlamışlar.

Aileleri ile birlikte dönmemek üzere giden bu eğitim gönüllüleri vasiyetleri gereği vefat edip oralara gömülmeye başlayınca büyükçe bir mezarlık satın alma ihtiyacı doğmuş. Aytmatov’un cenazesi vesilesi ile gittiğim Bişkek’te işte böyle bir mezarlığa gitme fırsatını buldum.

Kabristanda beş kişi metfundu. Bolulu işadamı Vedat Konuk, okul müdürü Metin Paksoylu’nun babası Çetin Paksoylu, İşadamı Aslan Arslan’ın annesi Ayşe Arslan ve işadamı Osman Şahinkaya ve öğretmen Tufan Şirin’in bebekleri yan yana yatıyorlardı. Bişkek’teki eğitim gönüllüleri her bayram aileleri ile birlikte bayram namazından sonra ilk işleri bu mezarlığı ziyaret oluyormuş.

Moğolistan’da vefat eden, vasiyeti üzere orada defnedilen okulların genel müdürü Adem Tatlı çok iyi arkadaşımdı. Bir gün ölüm üzerine konuşulurken, birden heyecanla eşi Aysel hanımın ellerine sarılmış, ‘eğer burada ölecek olursam, sakın ha beni götürmeye kalkmayın, sadece dirimle değil ölümle de buraya ait olmak için geldim. Bizde bu inanç için çıkılan yolda bir daha geri dönmek olmaz’ demiş, heyecanı, senindeki titreme ile Aysel hanım’ı hayretler içinde bırakmıştı.

Bu konuşmanın üzerinden çok geçmeden Darhan şehrindeki okulun eksiklerini tespit etmek için çıktıkları yolda trafik kazası geçirmiş, eğitim için çıktığı yolda koşmuş, koşmuş ve nihayet Allah’a yürümüştü.

Tarihe kayıt düşülecek telefon konuşması; ‘İstanbul’da Eyüp Sultan ne ise Moğolistan’da Adem bey o’dur.’

İçim yanıyor hocam demişti Aysel hanım telefon görüşmesinde Fethullah Gülen Hocaefendiye. Tarihe kayıt düşülecek telefon görüşmesi şöyle devam etmişti;

-Hepimizin içi yanıyor evladım, senin hayat arkadaşın bizim canımızdı.
-Hocam! Adem, beni Türkiye’ye götürürsen hakkımı helal etmem demişti. Ne tavsiye edersiniz?
-Ben arkadaşlara gerekeni söyledim. Adem bey bizim bayrağımızdır. Orada kalacak, bizim ve gelecek nesillerin iftihar kaynağı olacak. Orada kabriyle hizmete devam edecek. İstanbul’da Eyüp Sultan ne ise Moğolistan’da Adem bey odur.

Moğollar Budist olduğu için mezarlıkları yoktu. Zengin Moğollar ölülerini yakıyorlar, fakirler de dağa taşa bırakarak kurda kuşa yem ediyorlardı.

Bir süre defin yeri aranır. Nihayet Ulanbatur’a otuz kilometre mesafede, Tonyukuk abidelerine on beş kilometre kala Kazak Türklerinin çoğunlukta olduğu Nalayh köyünün mezarlığının yamacına defnedilmesine karar verilir. Mekân seçilirken buralarda ebediyen kalmak isteyen başka hizmet gönüllüleri de olabileceği düşüncesiyle genişçe bir yer alınır.

O şimdi bir mühür gibi Moğolistan’ın uçsuz bucaksız bozkırlarında. Bozkırlarda esen rüzgârlarla saçları dalgalanırken yetiştirdiği talebelerine bakıyor öbür âlemden. Benim sevgili arkadaşım mekânın cennet olsun.

Erkam Tufan Aytav

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder