Yüz İşitgenge Bir Görgen Yahşi
Taşkent ISESCO tarafından 2007 yılı için İslam Medeniyeti Başkenti olarak ilan etti. Bu vesile ile Özbekistan’a tekrar gitme, o rüya âlemine yeniden dalma imkânı buldum.
Özbeklerin meşhur bir atasözü var; “yüz işitgenge bir görgen yahşi” diye. Ne kadar anlatılırsa anlatılsın gidip görmek çok başka.
Özbekistan’da bulunduğum süre içerisinde görmüş olduğum büyük medeniyet karşısında adeta büyülendim.
Bildiğimiz ne kadar İslam âlimi var ise maveraünnehirden çıkmış neredeyse. Tirmizi, Buhari, Mahmud Zemahşeri, Serahisi, Ebu Reyhan Biruni, El Razi, Nakşibendi, Ebu Mansur al Maturidi gibi her biri alanında birer dev olan şahsiyetlerin bu topraklarda yetişmiş olması bu topraklara sahip olan Özbekistan adına büyük gurur kaynağı.
Maveraünnehir adeta bir sofi okulu olduğu gibi devrinin entelektüel ve bilimsel merkezi olmuş.
Mavraünnehrin çocukları bu Rönesans’ı nasıl gerçekleştirmişti acaba? Bu bir rastlantı olmasa gerek diye düşünüyor insan. Bu soruya cevap bulabilmek için öncelikle entelektüel ve siyasi zemine bakmak lazım. coğrafi, kültürel yapıda çok önemli tabiî ki.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki maveraülnehir olarak ifade edilen bu coğrafyada İslam’ın geldiği Arap yarımadasındaki gibi okuma yazma oranı düşük değildi. Belli bir entellettüel seviye vardı. Kervanların geçiş noktasında olması bu seviyenin yakalanmasında önemli bir katkısı olmuştu. Kervanlar sadece ticari emtia değil, kültür ve bilgi de taşıyorlardı. Bununla birlikte tarihin en kadim medeniyeti olan Çin’e sınır olması da büyük avantajdı. Özellikle Emir Timur ve hanedanlığı dönemi bu medeniyet sıçraması için çok iyi bir siyasi zemin hazırlamıştı. Âlimlere büyük değer veriliyordu. Dört bir taraftan gelen âlimler semerkatta toplanıyor ve yönetim bunun için hiçbir masraftan kaçınmıyordu. Fikir hürriyeti vardı. Bu ortam Emevi ve Abbasi baskısından bunalan âlimlerin de sığınılacak kapı demekti.
Taşkent ve Semerkand da işte bu medeniyet üzerine tebliglerin sunulduğu 31 ülkeden aydınların katıldığı büyük bir sempozyum gerçekleştirildi. Özbek dostlarımızı kutlamak lazım her açıdan inceden inceye düşünülmüş güzel bir program hazırlamışlar.
Sempozyumun açılışı Taşkent te kapanış oturumu da Semerkand ta oldu. Kapanış oturumu için mukemmel biryer seçmişler: Ulugbeg Medresesi. Bu medrese Registan meydanı olarak ifade edilen üç medresenden bir tanesi.
Semerkand ta adeta zaman tüneline giriyorsunuz
2750. yılı Semerkand’ın. Muhteşem bir şehir. 15. asırdan kalma Ulugbeg rasathanesi hala ayakta.
Özbeklerin Şah-ı Zinde olarak ifade ettikleri Peygamber efendimizin yakınlarından Hüsam bin Abbas’ın kabri Semerkand’ın adeta manevi direği. Mutlak uğrak ve dua noktası.
Hoca Ahrar Veliyi de unutmamak lazım. Onun kabri de bu şehirde. Nakşi şeyhi. ‘Kalp zikirde, eli işte’ onun sözü. Bu yaklaşımın rolü de büyük olsa gerek burada gerçekleştirilmiş olan İslam Rönesans’ında.
Semerkand ta adeta zaman tüneline giriyorsunuz. Adım başı medrese, sanki yürürken köşe başından Ömer Hayyam çıkacak, arkanızı döndüğünüzde İmam Buhari ile karşılaşacaksınız gibi.
İmam Buhari deyince söylemeden edemeyeceğim. Kabri semerkanda 10 km uzaklıkta bir kasabada. Aslen Buharalı ama kabri burada. Kasaba adeta imam Buhari ile bütünleşmiş. Girişten itibaren sizi yolun sağı ve solunda çiçekler karışılıyor. Ve karşınızda Buhari’nin muhteşem kabri. Sayın İslam Kerimovun talimatı ile elden geçirilmiş, Kuran’dan sonra en temel eserlerden birinin yazarı olarak Buhari’ye yakışır bir mekan yapılmış.
Traji komik hikaye: Su buharını keşfeden adam
Hazretin kabrini ziyarete giderken beni muzipçe bir gülme aldı. Ali Bulaç’ın yıllar önce bana anlattığı Buhari ile alakalı traji komik bir hatırası hatırıma gelmişti. Sizler ile paylaşmak isterim.
Yıllar önce Ali Bulaç ve Türkiye’nin önde gelen köşe yazarları, aydınları özbekistan’a gitmişler. Tabi taşkenti gezikten sonra Semerkanda’da uğramışlar. Ali bulaç demişki heyetteki köşe yazarlarımıza ‘buraya kadar geldik İmam Buhari’yi de ziyaret etmeden gitmek olmaz’
Mutlaka gitmemiz lazım.
Bu söz üzerine aydınlarımız ‘ya ne imamı bu sıcakta, gidemeyiz, boş ver, bizi imamla falan uğraştırma demişler ve gitmek istememişler.
Ali bulaç ne yaptı ise ikna edememiş. O an Ali beyin aklına cin bir fikir gelmiş. Demiş ki “beyler bu imam buhari sizin bildiğiniz imamlardan değil, bu aynı zamanda döneminin büyük bir ilim adamı idi. Batı Sanayi devriminin altında bu imamın imzası var’ demiş. Bu söz karşısında heyettekiler şaşırmış nasıl yani demişler.
Ali bey söze devam etmiş. ‘İmam Buhari adından da anlaşılacağı gibi su buharını keşfeden adam’! o olmasa idi sanayi devrimi olmazdı.
Heyettekiler bunu yutmuşlar ve hep birlikte İmam Buhari’yi ziyarete gitmişler. Tabii varınca işin aslını anlamışlar ama artık çok geç.
Ali Bulaç bu hatırasını yıllar sonra bana acı acı gülüp anlatırken bu heyette bulunan aydınlarımız kimlerdi diye ben sormadım, o da söylemedi zaten. Siz de merak etmeyin bence.
Nasrettin Efendi
Avrasya’nın her ülkesinde Nasreddin hocaya rastlamak mümkün olduğu gibi Özbekistan’da da hocaya rastladım. Özbekler Nasrettin Efendi diyorlar ve onun Buharalı olduğunu iddia ediyorlar. Fıkralarına kadar aynı Nasrettin hoca ile karşılaşmak çok heyecan verici.
Buhara’da bir de heykelini yapmışlar. Heykelde hocamız gene eşeğinin üstünde. Ancak bir farkla. Burada Nasrettin hoca eşeğine düz binmiş. Bir Özbek dostum ‘neden hoca Anadolu’da eşeğine ters binmiş’ dedi. Bu soru kafamı kurcaladı. Cevabını bu güzel topraklardan ayrılırken buldum.
Özbekistan’dan ayrılma vakti gelmişti. Nasreddin hoca bu topraklardan ayrılırken her halde arkasına, Buharaya, Semerkada baka baka Anadolu topraklarına gitmişti. Bu yüzden eşeğine ters binmişti diye düşündüm.
Ben de aynı Nasrettin hoca gibi uçağa binerken son bir kez daha bu güzel topraklara baktım. Kalbim Özbekistan’da kalmıştı.
Özbekistan öyle birkaç gün ile gezilebilecek bir ülke olmadığı gibi, bir makale ile de bitirilmesi mümkün değil.
Taşkent ve Semerkand rüya gibiydi. Uyanmak istemezdim.
Erkam Tufan Aytav
Ağustos 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder