Kiçine şehit babasına kavuştu…
Telefonda İbrahim Bey ‘Abi Kiçine vefat etmiş’ deyiverdi.
Deme ya! derken gözümde yaşla birlikte içime de bir hüzün salındı.
Demek Kiçine vefat etmişti! Kendisi de annesi de kurtulmuştu aslında. Tabii anne yüreği bunu ne kadar kaldırırdı orasını Allah bilir.
***
1993 yılıydı. Kırgızistan’ın Isıkgöl eyaletinin Karakol ilçesinin Aksu kasabasının bahçesinde Kırgızistan ve Türkiye bayraklarının dalgalandığı bir okul vardı.
Bu okul kuruluşunun üzerinden bir yıl gibi çok kısa bir süre geçmesine rağmen bütün eyalette adını duyurmuştu. Çünkü kahraman ve fedakâr müdürleri, öğretmenleri ve belletmenleri vardı.
Anaokulundan bozma bu okulun şartları hiçte iç açıcı değildi. Okulun zemininde yer yer çökmeler olurdu. Çerçevelerin hali ise pek perişandı. Kışlar da çok çetin geçerdi orada. Soğuktan camların buz tuttuğu, kalorifer boruların patladığı çok olurdu.
Türkiye’de yaşanan ekonomik krizler sebebi ile okulun ihtiyacı olan para da bir türlü gelmiyordu. Öyle günler olmuştu ki parasızlıktan doğru dürüst yemek malzemesi alınamazdı. Bu sebeple okulun aşçısı yaptığı yemeği beğenip yemez evinden yemek getirirdi. Kolhozdan gelen malzeme ile her gün patates ve makarna pişerdi. Ama okulun kahraman öğretmenleri bunları hiç problem etmez, aşkla şevkle hizmet etmeye devam ederlerdi.
Okula Karakol şehrinden, iki tarafı ağaçlarla sıralı ince uzun bir yoldan 30 km kat edildikten sonra ulaşılırdı. Yolun sağında ve solunda Aytmatov’un romanındaki Cemile’nin çalıştığı tarlalar gibi tarlalar vardı.
İsmail Sallı işte o okulda İngilizce öğretmenliği yapan kahraman öğretmenlerden bir tanesiydi. 25 yaşlarında, bir ayağı aksak, gözlüklü sarışın bir arkadaştı.
Onu ilk kez 5 yaşındaki oğluyla birlikte Bişkek’teki okulun bahçesinde görmüştüm. Türkiye’den henüz gelmişlerdi. Bir elinde valizi bir elinde de oğlu vardı. Oğlunun adı da kendisi gibi İsmail’di. O da babası gibi sarışındı. Afacan mı afacan, sevimlimi sevimli bir çocuktu.
İsmail Bey kötü bir evlilik yapmış ve eşinden ayrılmıştı. Mahkeme her nasılsa çocuğu annesine değil de babasına vermiş. O da İsmail’inin elinden tutup Kırgızistan’a hicret etmişti.
Küçük İsmail kısa zamanda Isıkgöl’deki okulun maskotu olmuştu. Lakabı Kırgızcada küçük anlamına gelen Kiçineydi. Kiçene aşağı, Kiçine yukarı. Artık neredeyse adını kullanmaz olmuştuk.
O hepimizin Kiçinesiydi. O Kırgızistan’ın ‘en kiçine muhaciriydi’. Okulun neşesi olmuştu. Okulun Kırgız aşçı kadınlarına teyze anlamına gelen ece denirdi. Kiçine ecelerini çok severdi, eceleri de onu. Kiçine’nin en büyük zevklerinden biri de okulun etrafında otlayan koyunları sevmekti.
Babası Kiçine’nin yegâne varlığı idi. O kadar ki sabah kalkar kalmaz babasını sorardı. Bir an olsun yanından ayrılmak istemezdi. Derslere bile babasıyla girmek isterdi. Baba ve oğul bir bütünün iki parçası gibiydi.
Günlerden bir gün, bir akşamüstü Bişkek’teki okulun bahçesindeyken Isıkgöl’den bir acı haber geldi. Bu gelen haber Kiçine’nin kaderi için bir dönüm noktası, yaşayacağı zor günlerin ise başlangıcıydı.
Şehirden okula giden iki yanı ağaçlarla çevrili o uzun yolda öğretmen arkadaşlar trafik kazası yapmışlardı. Arabayı Kiçine’nin babası İsmail Bey kullanıyordu. Kiçine her zaman olduğu gibi babasının yanındaydı. Ayrıca arabada okulun müdürü ve bir belletmen arkadaş daha vardı.
Karşıdan gelen şoförü sarhoş bir araba onları sıkıştırmış, onlarda kontrolü kaybedip yanlardaki ağaçlara çarpmışlardı.
Kaza esnasında İsmail Bey vefat etmiş, Kiçine arabanın içinde savrulmuştu. Diğer arkadaşlar da yaralı idi.
Bişkek’ten yola çıkıp altı saat sonra hastaneye vardığımızda okulun bütün öğretmenleri oradaydı. Herkes bir köşede yüzler bir karış, derin derin düşünür vaziyetteydi.
İsmail Bey morga kaldırılmış, Kiçine ise yoğun bakımdaymış, diğer iki arkadaş ise hafif yaralı kazayı atlatmışlar.
Üç, dört gün içinde Kiçine yoğun bakımdan çıktı. Şuuru açıldı. Ancak beyni arabadaki savrulmadan dolayı ciddi hasar görmüştü. Beyni su topluyordu. Uyanır uyanmaz babasını soracaktı. Ne diyecektik bilemiyorduk? Baban öldü nasıl derdik?
Kiçine gözlerini açtı. Ama o korktuğumuz soruyu sormadı. Niye sormadı hala anlamış değilim. Belki de her şeyi anlamıştı da sormaya çekinmişti. Bilemiyorum. Hayatımın en acı günlerinden biriydi o gün. Ancak benim acım Kiçine’nin acısından yanında neydi ki? O küçücük kalbinde kim bilir neler hissediyordu?
Rahmetli İsmail beyi okul müdürü bizzat yıkadı ve cenaze namazı kılındı.
Ailesinin isteği üzerine İsmail Beyin cenazesi yanında Kiçine olduğu halde, öğretmen arkadaşların refakatinde İstanbul’a gönderildi.
“En kiçine muhacir” babasının elinden tutarak geldiği Kırgızistan’dan bu sefer öğretmen ağabeylerinin elinden tutarak hiç konuşmadan, boynu bükük ve yetim ayrılıyordu.
İsmail Bey memleketi olan Afyon Sandıklı’nın bir köyünde defnedildi. Kiçine de annesine teslim edildi.
Öğretmen ağabeyleri Kiçine’nin sağlık problemleri ile yakından ilgileniyordu.
Kazanın sonucunda beyni sürekli su topluyor ve başı büyüyordu. Hafızasında da problem oluşmuştu. İstanbul’da yapılan bir ameliyatla kafasının içerisine şant takılmıştı. Ne kadar Nöroşurirji uzmanlarına gösterildiyse de sağlığına kavuşamadı.
Yıllar önce köyüne ziyaretine gittiğimde babasını soracak diye yüreğim ağzıma geldi ama babasını yine sormadı. Kendi hayal dünyasında babasını nereye göndermişti, yokluğunu nasıl çözmüştü bilemiyorum.
Ama Kırgızistan’da okulun yanı başında otlayan koyunları hatırlıyordu, bir de ecelerini.
***
Telefonda okulun kahraman öğretmenlerinden İbrahim Bey
‘Abi Kiçine vefat etmiş’ deyiverdi.
Deme ya! derken gözümde yaşla birlikte içime de bir hüzün salındı.
Gözümde bütün yaşananlar canlandı.
Kazanın üstünden 15 yıl geçmişti. Kiçine 20 yaşında acı dolu hayatına gözlerini yummuş, çok sevdiği babasına kavuşmuştu…
Erkam Tufan Aytav
22 Eyl. 08
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder